Cuma, Ocak 27

Galatasaray 4-0 Ankaragücü




Hayatımda en çok beraber maça gittiğim adam; Mahir. Belki ikincidir, bir de Berker vardır. Hepimiz aynı mahallenin çocuğuyuz fark etmez. Üçümüz de farklı yerlerdeyiz artık, eskisi gibi sık beraber gidemiyoruz. Ankaragücü maçına Mahir ile beraber maça gidiyoruz.

Mahir 11 yaşındayken, ben 15 yaşındaydım. Sami Yen'de beraber ilk gittiğimiz maç 2-1 yenildiğimiz meşhur Ankaragücü maçıydı. Bu sefer Seyrantepe'nin beraber açılışını Ankaragücü ile yapıyoruz. Stadın yine yeni açık tarafı kısmı. Sami Yen'in yeni açık'ı daha güzeldi. Baca vardı bir kere.

Aralık 2010'dan sonra ilk defa Sokak civarında içerek maça gidiyorum. Metro her geçen gün daha da rahatlıyor. Hava soğuk, maç hafta içi. Gelen insan az. Bunlar etkili, kısa kollularla şampiyonluk yarışına girerken metroda sıkıntı doğar.

Kapıdaki güvenlik görevlisinden daha iyi biliyorum stadı. Oysa stada her geldiğimde kayboluyorum. Mahir başka kapıdan giriyor, ben başka kapıdan. İçeride buluşuyoruz. Ne kadar acayip, neyse ki Kuzey'de kendi koltuğun muhabbeti yok.

Maçın başlamasına 1 dakika kala giriyoruz içeriye. Kendi tercihimiz. "Yarın İpekçi'ye erken girelim, 20 dakika kala falan" diyoruz. İstiklal Marşı'nı duyup Burger'dan Kapalı'ya yürüdüğümüz maçlar akıllarda. Stada girer girmez karşımıza "Rantınız Batsın" pankartı.

10 dakikada iki gol. Şaka maka Emre Çolak topçu oldu. Şaşkın ve sevinçliyiz. Gökhan Zan da attı golünü. Gökhan > Servet.

İyi güzel de 10 dakika da maç bitti. Zaten rakibin ısıracak bir hali yok, belki direnç gösterirdi, o da yok oldu. A2 maçına döndü. Elmander ile futbol dersi. Sercan'a, Emre'ye, Engin'e futbolu öğretiyor. Ayağı dursa eli durmuyor.

Dünya tarihinin en pahalı A2 maçını izliyoruz. Çağlar falan var hala. İlginç ve sıkıcı. Bir dakikadan sonra oturmaya başlıyoruz. Oturarak maç izlemek ayrı güzel, takımı daha net izliyoruz. Ama hava da soğuk. Sıkılmaya, hatta uyuklamaya başladığımız anlar. Sonra 58. dakikaya giriyoruz.

İşin rengi değişiyor. Galatasaray tribünü yine bir arada. Son zamanlarda çok yaşamaya başladık bunu. Doğu Alt'ta mendiller, Lig Tv tezahüratları. Muhakkak soru işaretlerimiz var ama olsun, bu sefer sorgulamayalım.

Ergin Keleş oyundan çıkınca Ankaragücü zamanı. Ankaragücü futbolcusu oyundan çıkarken alkışlanıyor, o da tribünü alkışlıyor. İyi güzel. Ankaragücü diye bağıran da yok. Futbolcuya saygı, taraftar olanla kurulan empati. Sanırım benim içimde benden olmayana dair fazla sempati var. Ne sözle ne de yazıyla açıklanabilecek bir durum. Yadırgayanlar var.

Terim kenarda, takım sahada. Açılan pankartlar, tribünde bir kıpırdanma. Albayrak, mikrofonlara farklı konuşsun. Takım 4 veya 5 atsın veya berabere kalsın çok da önemli değil. Bu sene lig de önemli değil. Ama bazı şeyler var ki, geleceğe umutla bakmamıza yol açıyor. Her geçen gün daha da hoşumuza gidiyor. Acaba bunlar birer yama mı, olağandışı geçici bir süreç mi? Neyse ne, gerçekten çok güzel. Hatta, gurur verici.

Bu stadyumdan çıkınca mutlu ve gururlu olduğumuz günlerin sayısı artıyor.

Hiç yorum yok: