Cuma, Ocak 6

Galatasaray 4-1 İstanbul BB




Gerçekten şaka gibi. Üst üste ikinci maç Seyrantepe'de. Hala Seyrantepe diyorsak belli ki ısınamamışız. Ama gidiyorum. Takımın, oynadığı futboldan daha farklı bir güzelliği var. Bir cezbediciliği var. Sırf gol sevinçlerini izlemek için bile gidilir. Senelerdir gol sevinçlerinden mana çıkaran, anlam arayan bir kitleyiz. Böyle amacsız, mesaj kaygısı taşımayan, içten sevinçleri görünce golden daha çok seviniyoruz.

Ama hala bir maç günü havamız yok. Hala, o taraflarda işimiz düşmüş gibi.

Her zaman en üstte maç izlemeyi seven biriyidim. Tribünün en arkasında olalım, hem tribünü hem sahayı görebilelim. Yeni Açık'tan,Eski Açık'a; hep böyle oldu. Şimdi en üste çıkınca sahadan da oyundan da tribünden de kopuyorsun. Zaten artık biletin numarası var, yerin var koltuğun var, stadın içinde gezinemiyorsun. Sıkıntı büyük. Ergenlik döneminin en heyecanlı anıları arasında yeni açık'tan kapalı'ya tırmanarak geçmeye çalışmayı sayan biri için büyük zulüm; 4 blok alta inememek.

Geçelim, yazmanın faydası yok. Bu yazıyı yazma nedeni takım. Baba...

Yanıldığımızı görmeyiz inşallah ileride. Zaten şampiyonluk gibi bir beklentim yok. Büyüdük herhalde. Veya çok kötüydük eskiden. Nisan ayından şampiyonluk yarışında olmak yeter. O heyecan yeter. O heyecanın sahada da, Florya'da yaşandığını, hissedildiğini görmek yeter.

Maçın kırılma anı tabi ki kırmızı kart. Tribünden seçemedik, çok güvendiğim Tolga Abim devre arasında aradı kırmızı ağır dedi. Tekrarını izledim hak verdim. Ama kırmızı olmasaydı da yenerdik sanki. Emre Çolak ilk golü attı, ardından yedik. Erhan, "Emre'nin golüne yazık oldu" dedi. Ben de "bir daha atar" dedim. Ben bile inanamamıştım kendime bunu derken. Bundan 1 ay önce (daha 7 Aralık olmadığına göre) Emre'den futbolcu olmazdı. Fenerbahçe maçından sonra işler değişti. Emre Çolak, Suat Kaya, Ayhan Akman tarzı bir dönüşüm yaşar mı? Arda'nın 3 senede yapamadığını 1 ayda yaptı. Uzaktan şut çekiyor. Artık kornerlerde topu havaya kaldırabiliyor. Emeği geçen herkese teşekkürler.

Semih için, çok tedirgindim. Çok hata yapmaya müsait dedim. 2011 yılında en çok izlediğim topçu odur herhalde. Oynadığı her maçı izledim nerdeyse. Hem Kartalspor'da hem Galatasaray'da. Kartalspor'da da iyidi ama bu kadar değildi. Fark var tabi. Yanında Hamza yok, artık Ujfalusi var. Şunu da es geçmemek lazım, Webo sahadayken çok zorladı onu. Webo gibi forvetler Semih'i bozar, Semih'in şansına Webo 45 dakika sahada kaldı.

Engin Baytar'a çok güvendim ama bu maçta üzdü beni. Bu kadar kötü top oynanmaz. Yeteneksiz olduğu için kötü oynayan çok Galatasaray topçusu gördüm (mesela Ali Turan) ama Engin kadar takımı sabote edenini görmedim. Herhalde Hasan Şaş ile beraber fazla idman yaptılar. Buna rağmen güzel olan; ikinci yarıda bir pozisyonda, herhalde 5 . defa yine pas vermedikten sonra, artık takım isyan edecek ona diye düşünürken hepsi ona koştu, teseelli vermeye ve tabi biraz da akıl vermeye.

Üst üste kaçırdığı gollerden sonra Muslera hariç tüm takımın Baros'a koşması. Skor 3-1 olmuş, rakip 10 kişi, golün çok fazla önemi yok. Buna rağmen, sahanın dört bir yanından, köşede tribünleri selemlayan forvete doğru koşan sarı formalılar. Bu takım ocak ayında 10 kişi kalmış İBB'ye atılan 3. golde bu kadar seviniyorsa, nisan ayında mayıs ayında ne yapar?

Her sene sonunda, her yenilen kazıkta futbolcularla bu şekilde bağ kurmayalım diyoruz, sonra yine kapılıyoruz. İşin kötü yanı, takım iyi ve liderken, oyuncular bu kadar bizdenken hala ıslıklanan adamlar var. İşler biraz kötü gittiği zaman neler yaşanacak tahmin edemiyorum.

Herşeye rağmen; I will Survive'ı 4 kere duymak güzel şey.

Hiç yorum yok: