Cuma, Ocak 23

Unutulmayan Maçlar #4


Uzun süre ara vermiştik bu efsane maçları anlatmaya. Son yazdığımda Peralta buralardaydı şimdi acemi bile değil usta bir asker. Peralta'ya selamı çaktıktan sonra konumuza dönelim, kaldığımız yerden devam edelim.
Kaldığımız yer ortada. En son ortaokul-lisenin bahçesinde şampiyonluğu kucaklamıştık. Şimdi anlatacağım maç bundan biraz daha sonra. Ama zaman çok aklımda değil.
Bizim okul 1985 yılında kurulmuş yeni bir okuldu. O yüzden çok gelenekleri olmayan, bizim gibi öğrencileri Galatasaray Lisesi'ne, Kadıköy Anadolu Lisesi'ne, Vefa Lisesi'ne, İstanbul Erkek Lisesi'ne veya yabancı özel okullara farklı gözlerle bakmaya zorlamış bir okuldur. Ama yine de bizim okulun da bazı gelenekleri ortaya çıkmıştı. O da okuldaki sınıfların futbol takımları birden çoksa biri AS adını alır diğeri PAF. Bu en önemli gelenekti. Biz orta 1 iken bu ayrımı yaparken o yılların Lise Sonları da aynı şeyi kendi aralarında yapardı.Biz lise son olduğumuzda yeni gelenler hala aynı şeyi yapıyordu.
Benim oynadığım takım PAFtı. Oysa sınıfa tek şampiyonluğunu kazandıran takım bizdik. Bu ayrımın böyle yapılmasının nedeni Hazırlık sınıfındayken, okuldaki ilk yılımızdayken düzenlenen turnuvaya tek takımla katılma isteğimiz ve bu takımın kendini AS takım olarak görmesinden kaynaklanıyordu. O takımı kuranlardan biri olan Onur'un bir sonraki sene bize gelip şampiyonlukta pay sahibi olması ezeli rekabetin en unutulmaz anılarından birini oluşturur.
Zaman içinde takımlar, arkadaşlıkları arkadaşlıklar takımları şekillendirdi. AS takımda oynayan Oğuz,Baran,Onur gibi çocuklar yıllardır beraber takılırlar. Bizim takımda ben, Güray, Burak ve diğerleri daha yakındık birbirimize. Tabi diğerleriyle de aralar iyiydi ama takıma göre şekillenmeler mevcuttu.
Bu iki takım ilk kez şu an üzerinde kırmızı bir halı saha bulunan arsada karşılaşılar. Özcan'ın Çayırı diye adlandırabiliriz burayı. Özcan Hocamız bizim BedenEğitimi hocamızdı. Bize takla attırdığı derslerden geriye kalan zamanlarda bu iki takım karşı karşıya gelirdi.
Bizim bu maçlarda ezici bir üstünlüğümüz vardı. Özellikle ilk yıllarda çok bocalasak da şampiyonluktan sonraki yıllarda ağırlımızı koymuştuk. Hatta şampiyon olduğumuz turnuvada onları 5-1 yenmiştik. Ne var ki adımız PAF diye kalmıştı. Bir PAF takımı oyuncusuyla kızlar çıkmazdı. Bizim nerdeyse tüm takım aynı kıza aşıktı, ama o kız AS takımın çocuklarıyla çıkardı. O yüzden biz de dönem dönem ünvan maçına çıkardık. Kazanan AS takım olacaktı. Ne hikmetse Galatasaray'ın Kadıköy fobisi gibi, bu maçlardan hep yenilgiyle ayrılırdık. En iyi zamanımızda onları en kötü anlarında yakalasak bile onlar bize üstünlük kuruyorlardı. Bu maçta onlardan biriydi. Halı sahanın ilk yılları. ( Dip not, halı sahanın açılışına Tanju Çolak gelmiş, ben çocuk halimle "abi nasıl koydun Neuchatel'e" dedim o da " valla ben de bilmiyorum ama güzel koydum" demişti. Tanju yazısı da yakında inşallah).Halı sahayı kendi paralarımızla öğrenciler olarak biz yaptırmıştık. Hasan Ali Atasoy duygusallığıyla konuşursak o saha bizim büyük yürüyüşümüzün eseriydi. Tarihten emin değilim ama herhalde orta sonun ilk dönemi olması lazım. Yine bir Beden Eğitimi dersi zamanı. Beden Eğitimi hocamızın büyük lütfuyla iki ders üstüste maçımızı yapacaktık. Resmi maç gibi 40ar dakikadan 2 devre.Kazanan AS olacak dedik ve sahaya çıktık.
Soğuk ve rüzgarlı bir gündü. Ama asıl rüzgarı biz çıkarmıştık. Böyle bir kazanma azmi daha önce hiçbir takımda görülmemişti. Kadroyu çok net hatırlamıyorum. Ben ve Güray kesin vardık. Buradan Yıldırım Demirören'e bir tavsiye, eğer 34 yaşındaki Yusuf'u alıyorsa 24 yaşındaki Güray'ı da alsın. Hiçbir farkları yok. Hatta Güray daha gençtir. Uzun yıllar faydalanır.
Stoperde Alp ve Sacit vardı. Sacit takımın en iyi topçusuydu bence. Tekniği bizim kadar iyi değildi, ama aklıyla oynardı ve elleri cepte oynardı nedense. Kolay kolay çalım yemezdi.Çok hızlıydı. Ama eğer takımda birşey kötü giderse sorumluluk almak bir yana takım ruhunu ortadan ikiye bölerdi. O nedenle çok kavga ederdik maç içinde. Ama öyle bir ilk yarı çıkardık ki, kavga etmek mümkün değildi. Alp ise şampiyon olduğumuz turnuvada kaleciydi. Ama bu maçta kaleci ya Özgür'dü ya da Burak'tı, çok net hatırlamıyorum. Bir de Zafer vardı bu kadroya dahil olan.
Onlar hep aynıydı. Baran-Oğuz-Onur-Oğuzhan-Fatih-Mustafa. 6 tane yediler ilk 40 dakikada. İnanılmaz birşeydi. Nihayet AS oluyorduk. Her golden sonra veya atağa kalkarken "atmadan gelmeyin" diye bağırıyordu defanstakiler. Alp'in "tarihi fark" naraları hala kulaklarımda. Zil çaldı tenefüs oldu biz dinlendik zil çaldı ikinci yarı başladı. Herşey aynıydı. Alp yine aynı şekilde bağırıyordu. Güray röveşata yapmaya çalışıyordu, ben illa uzaktan Hagi gibi sallayacaktım. Zafer ise Çağrı filmindeki Uhud Savaşı sahnesini yaşatıyordu. Biz tepedeki görev yerini terkeden askerlerdik, Zafer ise "geri dönün gitmeyin" diyen savaşçı. Ama kim dinleyecek Zafer'i?
Mustafa ve Fatih maçın yıldızı oldular. İkisi oynadı sadece maç 6-0dan 7-6ya döndü. Yine olmamıştı. Yıkılmıştık. Sacit ile ben kapışıyorduk yine. Kaleci kimse baya zılgıt yedi diğerlerinden. Bütün bir 7 sene PAF adı altında geçti. Oysa biz onlardan daha iyiydik

Hiç yorum yok: