Pazartesi, Mart 29

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Futbol 90 dakikadır sözünü herkes ezberinden söyler. Maç hiçbir zaman hakemin son düdüğü çalmadan bitmez. Bunu defalarca yaşadık ve gördük. Doğruluk payı vardır. Ama bu sözün Galatasaray - Fenerbahçe derbilerinde geçerli olmadığını düşünüyorum. Futbol 90 dakikadır belki ama derbiler 45 dakikadır.

İlk 45 dakika çok önemli. Fenerbahçe'nin Kadıköy'de son 10 yılda oluşturduğu serisine bakalım. İlk yarıyı gol atamadan geçirdiği sadece 1 derbi var. O da belki son 10 senenin en stresli derbisiydi çünkü 10 gün önce 5 gol yediği rakibini o gün yenerse şampiyon olacaktı. çubuklular. Zaten golü de çok beklemedi ve ikinci yarının ortası gelmeden gole ulaşılmıştı. Bu maç dışında ilk yarıyı beraber bitirdiği sadece 1 maç daha vardı. O da Mehmet Yozgatlı'nın 87'de attığı golle kazanılan derbi. İlk yarısı 1-1 sona ermişti. Onun dışında bütün maçlarda devre arasında soyunma odasına skor avantajıyla girdiler.

Hatta bu erken gol işini iyice abarttılar da diyebiliriz Son 10 sezonda 7 maçın, son 5 sezonda ise4 maçın ilk 15 dakikasında gol atabildiler. 2006-07'deki maçta ise erken gol atamasalar da 2 dakikada 2 gol attılar.

Ali Sami Yen'deki maçlara bakalım. Nonda, Nobre, Lugano-Edu, Ümit Karan.. Veya kupa maçları. Hep ilk yarıda gelen goller maçın gidişatını belirlemiş. Geriye düşüp maç kazanan sadece Fenerbahçe olmuş, o da geçen sene Lincoln'un golüne 5 dakika sonra verilen 4 gollü cevap.

İç saha avantajının önemi burada da karşımızda. Son 10 senede Fenerbahçe kendi sahasında sadece 5 dakika mağlup duruma düşmüş. Galatasaray'ın Ali Sami Yen'de böyle bir avantajı hiç olmadı. Hatta son senelerde Galatasaray'ın Kadıköy'de daha iyi durumda olduğunu söyleyebilirim. En azından orada gol atıyoruz. Sami Yen'de oynanan son 5 lig maçında sadece 2 gol atabildi Galatasaray. Üstelik biri de "sulu maçın" bitse de gitsek dakikalarında gelen bir anlık gol.

Hal böyle olunca, bu maç 45.dakikada sona erdi benim için. Maçı kaybedeceğimizi, en azından kazanamayacağımızı hissettim. Devre arasında boş gözlerle tribünde dururken bir tanıdık geldi yanıma (Okuyorsa selam olsun). Belki kendini mutlu etmek için, belki de benim o halimi görünce beni mutlu etmek için takımın her zamanki derbi klasiği gibi şuursuz bir atak halinde olmadığını bunun da hoşuna gittiğini söyledi. Belki de haklıydı ama derbide oyle olmuyor.

Mustafa Sarp'ın, Gio'nun, Keita'nın içeri dalışları, Caner'in saçma sapan şutları vs gibi pozisyonlar değerlendirilmesi gereken pozisyonlardı. Aynı pozisyonlara Fenerbahçe girebilseydi maç ilk yarı 3-0 olurdu. Bu biraz kendi güvenle alakalı.

Maçtan önce Galatasaraylılar'ın Fenerbahçeli dostlarına "Emre oynamayacak sizi yeneriz" sözlerine Fenerliler'in verdiği "Emre yerine alakasız bir adama FB forması giydirsinler yine yeneriz" cevabı; aslında maçın psikolojik olarak aynasıydı.

Kısacası derbi dediğimiz bu lanet, sadece 45 dakika oynanan ve Fenerbahçe'nin kazandığı bir oyun haline gelmiştir. Dünkü derbi artık son noktadır. 10 senelik aradan sonra 2. kere aynı şekilde yeniliyoruz. Muhakkak 2000'deki gibi baskılı değildik. Kadro olarak da üstün değildik. Ama Fenerbahçe'nin kaleye sadece 2 kere şut çekebildiğini ve 1 gol atarak 3 puan kazandığını kabul etmek lazım. Dün Johnson'ı çok andık. Bu da demek oluyor ki, yeni 10 yılda Fenerbahçe ikinci seriye başlayabilir. Zaten ilk 10 yılda her şekilde derbi galibiyeti yaşadı.

Yendiler şampiyon oldular, şampiyon olarak geldiler öyle yendiler, 1 sezonda iki kere yenip şampiyon olamadılar, farklı da yendiler, son dakika golüyle de yendiler. Bu dakikadan sonra diyecek fazla birşey yok.

Dünkü maça, saha içine gelirsek. Ne olursa olsun, Fenerbahçe, güzel oynadı denemese de, hatta baskıyı kuran Galatasaray oldu denilse de, pragmatik oynayan, akıllı davranan deplasman takımıydı. Akıllı oynadı Fenerbahçe zira zeka olarak çok üstündü rakibinden. Bir pozisyon yaşandı maçın ilk yarısında. Mehmet Topal ile Alex'in arasında sıkışan bir top vardı orta sahada. Top Mehmet Topal'ın önündeydi ama Topal topu bulamıyordu. Top yerine Alex'i arıyordu. Alex ise çoktan topu alıp kaleye doğru ilerlemeye başlamıştı. Alex'in futbol zekasının yarısının Galatasaray orta sahasında yani Sarp-Topal-Ayhan-Barış toplamında olmadığını düşünüyorum. Rijkaard'ın kurmak istediği sistemin temelinde zeka var. Caner'in yanında boş durumda Elano varken kaleye vurması futbol zekasının kıtlığından kaynaklanıyor.


Kaleye vurmak önemlidir. Fenerbahçe'nin galibiyet golü bu mantaliteden kaynaklanıyor. Selçuk kaleye vurdu ve gol oldu. Vurmasa olmayacaktı. İki tane özlü söz söylemek lazım, önce kaleye vur sonra ne yapacağını düşünürsün. Kaleye vurmadan gol atamazsın. Bir de Feyyaz Uçar'dan çalalım; vurmadan deviremezsin. Kale önüne giren Mustafa Sarp kalaye vuramazsa maçı kazanamayız.

Tribün için fazla birşey söylenmez. Zaten son yıllarda hiçbir zaman Fenerbahçe maçlarında iyi bir tribün olmadı. Derbide çekirdek çıtlamak, sigara içmek artık şaşılacak bir durum değil. Alkolün dibine vurmak, maç öncesi onlarca kişiyle iddiaya girmek ve bilete bu ülke için yüksek bir para vermek. Kimi stresten kimi takımın sahibi olduğunu sandığından her zaman için böyle olmuştur. Fakat bu sefer deplasman tribünü de kötüydü. Genelde Fenerbahçe tribünü bizi ezerdi, (misal Nobre'nin gol attığı maç), bu sefer öyle olmadı. Golden sonrasını saymıyorum tabi. 1-0'dan sonra bizde oluşan sessizliği ise normal karşılamak lazım. Geliyorsun geliyorsun yeniliyorsun, vuruyorsun vuruyorsun atamıyorsun, sonra adam gelip atıyor bir tane. Golden sonraki sessizlik maçın gidişi nedeniyle duyulan endişe değildi bence. Son 10 yılın film şeridi gibi gözlerin önünden geçmesinden kaynaklanıyor. En azından benim öyle oldu.

Az önce bahsettiğim, yanıma gelen abimle ikinci yarıyı beraber izledik. Devrenin başında analiz yaptık ve o analizden sonraki ilk konuşmamız şu oldu: -Abi ben sağdan gidiyorum. -Tamam haftaya görüşürüz.

Bu arada takımın sahibi olanların kaleciyi yuhalamasını artık şaşıramıyorum. Bu seneki kaçıncı ıslık bu sayamadım. Nonda'ya, Topal'a, Sabri'ye... Liste uzun. Seyrantepe'de bunun devamı da gelecektir.

Bir söz de Cüneyt Çakır'a. Hakem yüzünden yenilmedik tabi. Hakem kararları sonucu etkileyecek durumda değildi. Son yıllardaki derbilerde benim hatırladığım 3.son dakika penaltısı verilmese de puan kaybı için onu suçlamıyorum. Ama ne olur hakemliği bıraksın. Babasının hakemiliğini bilmiyorum ama 80lerin anlatılan eyyamcı zihniyetinde olduğu bir gerçek. Bu kokartlı hakemin bir diğer benzeri şükürler olsun ki hakemliği bıraktı. Sıra buna gelsin. Bu kadar sinir bozan hakem azdır. Sanırım 3-4 tane atağımızı gereksiz yere kesti. Pozisyonlara bakmadan faul verdi. Oyuncular istedi diye. Bu sadece bizim aleyhimize olan bir durum değil. Bu maçı yönettiği için, adı anıldığı için söyleyelim sadece; Cüneyt Çakır ne olur hakemlği bırak.

Hiç yorum yok: