Çarşamba, Mart 24

Baskı


Çok güzel bir rüyadasın. Ya doğup büyüdüğün köydeki güzel günlerini görüyorsun, ya da gelecekte yerleşmeyi planladığın sahil kasabasını. Rüyadan yavaş yavaş kopuyorsun. Bunun bir rüya olduğunu, kısa bir süre sonra uyanacağını hissediyorsun. Uyanıyorsun. Saatin çaldığını farkettin. Kendine gelmeye çalışıyorsun. Yani ayılmaya. İşe mi gidecektim bugün? Evet iş var bugün. Bugün pazartesi, son iki gün hafta sonuydu.

İki gün boyunca yaşadıkların aklına geliyor, film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor. Çok kısa bir sürede, yaklaşık 10 saniyede son sahneye ulaşıyorsun. Dün akşam stadyumdaydın, ve tuttuğun takımın kalesine giren golü tekrar görüyorsun. Tebrikler! Ayılma sürecin tamamlandı. Ve günaydın! Bugün haftanın en kötü günü. Bugün kaybedilen pazarın ertesi.

Her sabahın ritüelleri tekrar edilir. Tuvalete gir, yüzünü yıka. Bu arada, sabah yeniden açtığın telefona sürekli mesaj yağar. Çünkü dün akşam saat 21.00'den beri "aranılan kişiye ulaşılamamıştır" Bütün biriken mesajlar sabah telefon tarafından duyurulur. Eğer yeni evliysen, büyük ihtimalle eşin "kim mesaj yolluyor sana sabah sabah" diye çıkışabilir. Eğer yıllara dayanan bir birliktelik varsa ortada, o da alışmıştır artık bu duruma. Senin huysuz bir zamanın olduğunu bildiğinden sana ilişmez. Belki de o nedenle haftanın en güzel kahvaltsını hazırlar ama sen farkında bile olmazsın.

Başına gelecekleri bilerek evden çıkarsın. İlk taşı atan en masumudur aslında. Önce komşulardan sataşma başlar. Esnaf devam eder. Öyle laflar denir ki, kızamazsın. Kızamazsın çünkü dolaylı laflardır. Mesela Bursaspor'a yenildiysen "Abi akşam sana İskender ısmarlayalım" der kapı komşun. Siktir git desen "abi niye böyle dedin, İskender dedik alt tarafı" der. Evet sadece iskenderdir aslında. Veya 3 gollü bir yenilgiyse, bakkal sana "abi bugün 3 ekmek vereyim sana" der. Yine cevap veremezsin. Biri " nasıl koyduk olm" dese de ağzını burnunu kırsam diye düşünürsün. Ama sana "nasıl koyduk" diyenler, genelde 1 sene boyunca aramayıp yenildiğin maçlardan sonra seni arayanlardır. Onları kırmak istemezsin ama içinden en ağır küfürleri söylersin.

Okula gidiyorsan sıkıntı yok. Senin yaşında, senin gibi biri sana bir laf der ve sen de cevap verirsin. O an boşalma anıdır. Hafta, sağlıklı günler, o boşalma anından sonra başlar. Öğrenciler bu nedenle çabuk toparlanır. Ama işe gidiyorsan sıçtın demektir. Çünkü senin üstün sana "nasıl koyduk olm" diyecektir, hazırsın da buna. Ona cevap vermek istemeyeceksin. Kendini tutacaksın, dudaklarını bile kanatabilirsin. Çünkü ağzından çıkan ilk şey senin kariyerini etkileyecektir. Cevap veremediğin için " X Bey ne oldu, cevap bile veremiyorsunuz" diyecektir. Bunların hepsi her zaman olan şeyler. Ve bu pazartesi böyle geçecek.

Bunları bilerek geliyorsun stadyuma. Aklının bir köşesinde hep bunlar var. Ya kaybedersek, okulda-işte-mahallede ne diyeceğim diye düşünüyorsun. Takımın yenik duruma düştüğünde aklına bu senaryolar gelmeye başlar. Ama kabul et, sen de çok kaşındın.

Hafta içi çok iddialı oluyorsun. Herkese "koyarız, yeneriz, gömeriz" diyorsun. Biz en büyüğüz, biz en güçlüyüz diyorsun. Bayrak diktik diyorsun, 6 attık diyorsun, çoğunu yaşamasan da. Takıma güveniyorsun. Sen de haklısın aslında. Gazeteyi aldığında futbol şube sorumlusu "bütün düşmanlarımıza karşı gelip, kazanacağız" diyor. Takımın yıldızı "bu arma için savaşacağım" diyor. Milyon dolarlar alan takımın yıldızı bile sandığın kadar gamsız değilse, en ünlü işadamlarından biri bu kadar iddialı konuşuyorsa, sen de mahallede bir şeyler diyebilmelisin. Zaten sen değil miydin ağustos ayında müzeye 3 kupayı koyan.

Bu pazartesi, yani 29 Mart 2010 günü Türkiye'de milyonlarla ifade edilebilecek bir kesim için yılın en kötü günü olacak. Ölüm gibi bir neden olmadıktan sonra tartışmasız yılın en kötü günü. Mahallede alay konusu olacak milyonlar. Okula gidemeyecek. Kahveye giremeyecek. Ofiste sessiz bir hafta geçirecek milyonlarca taraftar yanyana. Bu grup belki denildiği gibi 20 milyon değil ama milyonla ifade edilir yine de.

Bulunduğu taraftar grubunu, ettiği kavgaları tuttuğu takımdan daha fazla önemseyen br kesim ile tuttuğu takımı sadece şampiyon olunce veya derbi kazanınca hatırlayanlar dışında kalanlar bunlar. Sessiz çoğunluk değil, büyük çoğunluk.

Bu milyonları temsil eden insanlar stadyumda da çoğunlukta. Bilinçaltında pazartesi olanlar. Hakemin her düdüğünde, sol bekin yaptığı her kötü ortada, kaleciye verilen her geri pasta, boşa geçilen bir atakta, kalkan ofsayt bayrağında, rakip forvetin topla kaleye giden her driplinginde, rakip teknik adamın klübeden çıkışında aklına hep pazartesi gelecek. Mağlup olsa sadece 20 dakika üzülecek belki, sonra toparlanacak. Çünkü futbolu izleyerek büyümüştür ve her yenilgiden sonra ayağa kalkması gerektiğini biliyordur. Ama bir süreden sonra karın ağrıları başlayacak. Üzüntü yerini strese bırakacak. Çünkü bu ülkede yaratılan ortamda kazanmak küstahlık hakkı doğurur, kaybetmek aşağılanma nedenidir. Hiç bir insan aşağılanmak istemez. Aşağılanma korkusu büyük bir baskı yaratır.

Bu ülkenin futbolunda en büyük baskı ne topçuda, ne hocada, ne başkanda, ne de hakemdedir. Baskı taraftardadır. Tribündeki adam kendi üzerindeki baskıyı aşağıya yönlendirir sadece. "Üzerimizde büyük bir baskı var" diyenler ise aslında bu baskının kaynağıdır. Baskıyı yarattığı düşünülen kesim, aslında en büyük baskıyı yaşayandır. Yani kısaca, en büyük baskıyı taraftar yaşar. Çünkü taraftar sokakta da taraftardır.

Bu sezonun en baskılı gecelerinden biri; 28 Mart. Derbi sokakta şimdiden başladı.

Hiç yorum yok: