Gündemi haftalar boyu meşgul eden Sneijder transferi hakkında bir şeyler yazmayı planlıyordum. Aslında daha çok transfer süreci hakkında yazmayı planlıyordum ama transferin sonuçlanmasını bekledim. Transfer sonuçlandı, kaşla göz arasında bu sefer de Drogba geldi. İşler değişti. Bildiğin yıldızlar topluluğuna döndü takım.
Galatasaray için Galata$aray yazan yabancı gazeteciler var. Belki de Ünal Aysal'ı, Arap Şeyh'i sanıyorlardır. Çok da umrumda değil. İnsanların seni nasıl tanımladığı önemli değil. Önemli olan senin nasıl hissettiğin.
Daha önce yazmıştım, sanırım Rijkaard yeni geldiğindeydi. Galatasaray ile kendi hayatım genelde parallelik gösterir. Özetle; Galatasaray iyiyse ben de iyiyim, kötüyse ben de kötüyüm, o arayışta ise ben de özel hayatımda arayışlara giriyorum. Nick Hornby de Arsenal'ini anlatırken buna benzer cümleler kurmuştu Fever Pitch'de.
Belki de ilk defa Galatasaray ile bu kada ayrışıyorum. Benim hayatımdaki kötü durumum bir yana, Galatasaray hiç olmadığı kadar iyi gözüküyor. Görkemli, şatafatlı, klas, parıldayıcı... Bunlar güzel sıfatlar. Ama bana, hatta bizim takıma çok yabancı.
Yazının sonu hedef küçültme isteğine gitmiyor. Ama büyük hedefleri kazanmak çok mu önemli, bunun için bu kadar yabancılaşmak mı gerekir bilmiyorum. Yabancılaşıyor muyuz onu da bilmiyorum.
Fakat şu var. Taraftarlığın en büyük hazzı, takımının kötü giden zamanında yanı olmaktan geçiyor. En güzel başarı hikayeleri, "en kötü zamanda oradaydım" hikayesi ile başlar. Kopenhag'daki Arsenal zaferi Chelsea hezimeti ile başlar, 1996-2000 arası 4-0'lık Fenerbahçe yenilgisinden bir hafta sonra oynanan Sarıyer maçıyla...
Veya maç içinde; rakip karşısında bocalayan beki, üst üste goller kaçıran forveti ayağa kaldrımak büyük haz. Böylece yaşanan başarılardan sonra gönül rahatlığıyla "az da olsa benim de payım var" diyebiliyorsun. Peki ya şimdi?
Drogbalı, Sneijderli takıma ne diyeceğim ben. Tabi futbol bu belli olmaz, ama kağıt üzerinde oldukları kadar iyi çıkarlarsa, kötü maçlar olmazsa ben ne yapacağım? Taraftarın görevi ne olacak? Rakiplerle aranda nu kadar fark oluşursa şampiyonluk ne kadar mutlu eder?
Zaten o yüzden 2006 şampiyonluğu çok değerli değil mi? Çok güçlü takımın şampiyonluğu ne kadar haz verebilir? Önemli olan benim keyif almam mı diye sorsan ona da cevap vermemem.
İşin maddi kısmına girmeyi çok istemiyorum. Kulüp para harcasa da harcayamasa da benim takımım. Çok önemsemiyorum. İsterse milyon dolarlar harcansın, paralar boca edilsin, bunun hesabını başkanlar verir zamanı gelince, veya veremez.
Omlet yapmak için yumurta kırmak gerekir diyen Faruk Süren, 2000'e rağmen hala "efsane başkan" statüsünde değilse biraz da bunda, ama zaten dedim ya mesele bu değil.
Drogba-Sneijder transferleri gelecek için çok büyük hamleler. Olur ya, belki 3-5 sene sonra çekler ödenmez, transfer yapılmaz, zorluklar yaşanır, işte o zaman kazanılacak başarılar büyük keyif verecek. O zaman çekilecek çileler kutsallaşacak. O yüzden sevindirici tarafı var.