"Her şey güzel..." diyerek kendimi kandırdığım günlerden biri. İşe gitmem lazım. Otobüs bekliyorum. 5 dakika, 10 dakika, 15 dakika. Otobüs gelmiyor, durak doluyor. Yine geç kalacağım. Neyse ki çalışkanlığımla ve efendiliğimle bu tip geç kalışlarım göz ardı edilir hale geldi. En sonunda otobüs de geldi. Yer yok. En arkaya kapının oraya gidiyorum. Şoförün, yol boyunca "arkaya ilerleyelim" muhabbeti yapmasını çekemem. En arkaya giden ben oluyorum. Kapıya dayanıyorum. Ayaktayım. Kulağımda müzik çalıyor, sokağı izliyorum. Her şey güzel.
Bir kaç durak sonra kapı açılıyor. Belki diğer duraklarda da açılmış olabilir. Emin değilim, hatırlamıyorum. Dikkat edilecek bir ayrıntı değildi. Kapı kapanıyor. Kapı kapanırken ayağıma çarpıyor. Baya sert kapanıyor. Ayakkabıma bakıyorum, yırtılmış. Üzerimde 3 kişi, sırtımda çanta, kulağımda müzik. Hassikir amına koyayım diyorum, kimse duymuyor. Biri duysun diye dememiştim zaten, tamamen refleks.
Geçen sene, tam hayatımı düzene koymuşken, kendimi şımartarak kredi kartıyla, taksitle ayakkabı almıştım. Zaten kendimi şımartmak niyetinde değildim, hakikaten ayakkabıya ihtiyacım vardı. O ayakkabı bir anda yırtıldı. Taksidi sanırım bu ay bitti, belki 1 ayı daha var. Taksidi olması mesele değil. Yırtılması da değil. Ayakkabının, otobüste, ayakta giderken, hiç beklenmedik bir anda, hiç olmayacak bir nedenle, benim kontrolümün dışına kalarak yırtılması.
Bundan önceki ayakkabım aynı yolu, yol param olmadığı için yağmur altından yürürken yırtmıştım. Bu sefer yol param vardı, otobüse bindim, yine yırtıldı. Ayakkabının yırtılmasına üzülmedim. Mala, maddiyata değer vermek değil konu. Tükendim. Bugün bunu hissettim. Yıprandığımı hissettim. Ne yaparsam olmuyor. İstediğim kadar çalışayım, hayatımı kurayım, geçmişte yük olan her şeyden kurtulmaya çalışayım, sıfırdan başlayayım, yine olmuyor, yine olmuyor. O belediye otobüsünden kurtulamıyorsun ve o ayakkabı milyonda bir olacak bir şekilde yırtılıyor. Senin başına geliyor.
Ofise gidince internete giriyorum. Çünkü cebimde internet yok anca ofise gidince açabiliyorum. Facebook'ta bir ilan görüyorum. İroni gibi. 30 liraya ayakkabı satan bir site. Çok şahane ayakkabı. Gaza gelip almak istiyorum, kredi kartımın olmadığını hatırlıyorum. Banka kendi kendine, durduk yere iptal etmişti bundan 2 ay önce. Bütün borçlarımı zamanında ödemem rağmen, tamamen keyfi bir uygulamayla.
Bundan 2 sene önce, çalıştığım iş yeri, 3 ay boyunca maaşımı ödemeyince ve bende eş dosttan borç para istemeye utanmaya başlayınca, "Birilerine borçlanacağıma, bankaya borçlanayım" demiştim ve kredi kartına alma fikrini uyandırmıştım. Bari alırken de kulübe katkımız olsun düsturuyla hareket edip GS Bonus'a başvurmuştum. Hayatımda ilk kez kredi kartı kullanıyordum. Hoşuma gidiyordu, kartı çıkarıp şifre girmek falan. Hiç bir zaman özendiğimi hissetmemiştim ama sahip olunca güzel geldi. Babam bile, kredi kartımın durumuna göre muhabbet ediyordu. Statü gibi bir şey sağlamıştı.
Buna rağmen kontrollü harcadım. Hevesin bokunu çıkarmadım. Zaten her zaman kontrollüydüm. Buna rağmen kredi kartı kullanmayı bile çok gördüler. Bütün kurallara uymama rağmen, elimdeki yegane lüksü aldılar. Bugünkü sıkıntım da buna benziyor. Sarhoş olurken bile kontrollü davranan, hatta o yüzden sarhoş olmayan, sürekli kriz yönetimini kafasında oynayan, satın aldığı şeyi seneler boyunca kullanmaya and içen (10 sene boyunca aynı bot, 6 sene boyunca aynı telefon gibi), ağabeyinin ve kuzenlerinin eskilerini giymeye 27 yaşında bile devam eden ben; bir otobüs kapısın yüzünden taksitle aldığım ayakkabının yırtılışını gördüm. Pes ettim resmen.
Otobüsten inip hava almak istedim, bir sonraki durakta borcum olan bir esnaf vardı. Yine inemedim. Çok mu acındırdım kendimi?
Olaydan sonra zaman geçti, 1-2 saat kadar. Ofisteyim. Arkadaşlar sağolsun, şöyle diktirirsin böyle yaparsın diyerek yol gösterdi. Yapacağız tabi onları. Sonuçta amacım bu ayakkabıyı en az 4-5 sene giymekti. O 4-5 seneyi bu ayakkabıyla beraber yaşayacağız. Düne kadar herhangi bir şey hissetmediğim ayakkabıyı (zaten bir ayakkabıyla ne hissedebilirsin) bir anda sevmeye başladım. O da artık benim gibiydi sanki. Benim yaralarım var, onun da yırtığı. Onu da dikeceğiz. Bu dünyada benim olmayı en çok hak eden ayakkabı, bu ayakkabı oldu. Belediye otobüsünde yırtılan ayakkabı.
Ve herhangi biri çıkıp "Bu ayakkabı yırtık" deyip küçümseyici tavırlar sergilerse, ondan da nefret edeceğim. O cümleyi bana kullanıyormuş gibi üzerime alınacağım. Uğruna didindiğim ama bir türlü sahip olamadığım o hayatı yaşayan biri kurabilir anca o cümleyi. Ve bütün her şeyin hırsını ondan çıkarmak isteyebilirim. O hırs anında da en fazla yapabileceğim ya küfür etmek olur ya da beddua etmek; o da ayrı konu.
Hiç yara izi olmayan ayakkabı....
Şimdi alt posttaki film daha anlamlı....