İşten erken çıktım bugün. Bir iki gündür yoğun çalışıyordum bugün iş pek yoktu, erkenden çıktım. Para azlığından Beşiktaş'a kadar yürüdüm ofisten. Hemen hemen 40 dakikalık mesafe, vapur saatini ayarlayıp çıkıyorum ofisten. 18.15 vapuruna bindim. Eminönü vapurlarını ve üniversite yıllarını hatırlatan üst katı açık bir vapura bindik. İsmine bakmadım, oysa eskiden hep dikkat ederdim.
Kadıköy topraklarına ayak bastım. Otobüse binmeden önce kazandığım ehliyet sınavı nedeniyle almam gereken sertifikamı almak için ehliyet kursuna uğradım. İkinci defa belge eksikliğinden vermediler. "Sıçarım böyle işe ehliyet alıp napacam, akbilim var aslanlar gibi" nidalarıyla otobüs durağına doğru yürüdüm. Amacım 17 numaralı Kadıköy-Pendik otobüsüne binmekti. 10 dakikada bir kalktığı için ana duraktan binip oturarark gitmek mantıklı bir tercihti. Tam o sırada sahilden Pendik'e giden bastı mı 30 dakika içinde Maltepe'ye vardıran 222 kalktı. Ben iki durak arasındaydım. İki üç kişi benle beraberdi. İETT memuruna dur dedik, durmadı. Biz de koştuk, yakaladık otobüsü. O esnada benle beraber dur yapanlardan biri de koşmuş otobüse biniyordu. Ben nefes nefese klamıştım, akbilimi bastım "hocası tarafından oyundan alınıp kulübede sessiz sedasız suyunu içen futbolcu" gibi arkalara doğru uzadım. Ama diğer çocuk hocasına karşı tepkiliydi. Bizi niye almadın diye bağırıyordu. O anda kendimde sorumluluk hissetım, sanki çocuğa yardım etmem gerekiyormuş düşüncesine kapıldım. Ama biz boşuna askerlik yapmadık. Orada öğrenilen en önemli şey "kimseye yardım etme!" ilkesiydi. Çocuk ve otobüs şöförü hararetli br tartışmaya girdi. Şoför, yolcuların deyimiyle kaptan, ona ayrılan bölgeden çıkıp çocuğun üzerine yürüdü. Çocuk da üzerindeki montu, "oyundan çıkarken formasını atıp taraftardan tepki alan ve uzun bir süre kadroya giremeyecek olan futbolcu" misali yere attı. Ve kaptanının üzerine yürüdü. Takımın, pardon otobüsün abileri araya girdi. Evladım yapma etme, büyütmeyin dediler. Olay kapanacakken, kaptan kaptanlığına yakışmayacak bir hareket yaptı. Polisi aradı.
Adam öldürseler 1 saat sonra gelen şerefli Türk polisi Fenerbahçe-Bursaspor maçının olduğu gün "yolcumla tartıştım, şikayetçiyim" ihbarını pek önemsemedi. Kaptan yolcuları polisin 10 dakika içinde geleceğini söylerek sakinleştirdi. Sakinleştirdi diyorum çünkü yolcular baya sinirlendi. İşe, eve geç kalan insanlardan bir otobüs dolusu adam, gereksiz bir kavga yüzünden 30 dakika Kadıköy'de beklemeyi sindiremiyorlardı. Sindiremeyenlerin bir kısmı arabadan indi. Bu sayede ben de boş koltuk buldum. Artık olayın keyfine bakabilirdim. Elimde Hürriyet Spor cam kenarına dayandım bekliyordum. Gayet rahattım. O sırada otobüsten devletin memuruna tepkiler geliyordu. Bir zaman sonra tepkilerden bunalan "kaptan" otobüsten indi. Bu sefer tepkiler kaptanıyla kavga eden çocuğa yoğunlaştı. "O senin kaptanın git özür dile tatlıya bağlansın hep beraber şampiyonluğa, pardon Pendik'e doğru gidelim." dendi. Ancak çocuk buna yanaşmıyordu.
Polisin gelmemesi yolcuları çileden çıkarmıştı. Zor durumda kaldığını anlayan şöfor arabaya bindi. Artık gidiyorduk. Bu esnada bir bayan kaptana ismini sordu. Yolcuları bu kadar süre bekletmenin hesabını soracaktı. Adam ismini söylemedi. Otobüs kalkarken aramıza katılan bir başka bayan Bursaspor'un otobüsünün geldiğini o yüzden stadyum çevresindeki yolların kapandığını söyledi. Ama bunu bildiği halde arabaya bindi.
Neyse ki ortalarda Bursaspor otobüsü yoktu ve yollar açıktı. Biz de evimize doğru gideceğimizi sandık. Ama Yoğurtçu Parkı'nın orada, polislerin çok olduğu yerde, otobüs durdu. Kaptan indi, şikayetçi olduğunu emniyet mensublarına bildirdi. Polis otobüse girdi. Galatasaraylı ve İstanbul Üni. mezunu biri olarak hafif tırsmaya başladım. Biber gazının kokusunu hissettim. Neyse ki polisler uzlaşmacı bir tavır sergilediler. Çocuktan ve kaptandan kalsik bir Türk isteğini, "öpüşüp,barışın"ı dilediler. Fakat iki tarafta buna yanaşmadı maalesef. Kaptan şikayetçi olduğunu dile getirdi. Polis gençten inmesini istedi.
Bu sefer Serdar Topraktepe-Oktay Derelioğlu olayını anımsatan bir istek geldi. Çocuk, "ben inersem o da benle gelsin". Polis ne yapacağını şaşırdı. İnmesini istedi kaptandan. Ama kaptansız takım hedefe ulaşamazdı. Bu da takımda kazanın kaynamasına neden oldu. Otobüsteki tüm yolcular kaptana hakaretler yağdırıp "geç ulan koltuğun başına" diyordu. O esnada yarım saat önce isim soran bayan hala isim soruyordu. Ama aradığı cevabı bulamıyordu. Polislerden bile yardım istemesi kifayetsiz kalmıştı.
Sonuçta çocuk indi, kaptanın da kimliği alındı. Otobüs hareket etti. Herşey sona ermişti. Ama tam o sırada yeni bir kavga çıktı. Biri isim soran bayan olmak üzere iki kadın kavga ediyordu. Nam-ı diğer catfight. Kavganın sebebini bilemdim. Bizim bulunduğumuz tribünlerden net göremedik, bakalım akşam Erman Hoca ne diyecek dedik. Görmesek de duyuyorduk. Bir kadın kavgasında en çok kullanılan laflar. Saçlarını yolarım, kapa çeneni, sana ne, gerizekalı vs..... Neyse ki bayanların kavgası uzamadı. Ve işte o anda Türk toplumu bütün bireyleriyle ortaya çıktı. Makara yapan abiler, "bunlar Avrupa'da yok" diyenler, "canım şoförün de işi zor ama bütün gün" diyenler.. Herkes oradaydı. Bir tek Peralta yoktu. İnanılmaz makara yapabileceğimiz bir yolculuktu. Mayısa kadar bekleyeceğiz artık.