Perşembe, Ekim 28

Efes Pilsen 79-63 P.E. Valencia


2 ay önce yaşanan Sinan Erdem Spor Salonu'na bilet bulma çılgınlığını hatırlıyorsunuz değil mi? Dün o geceden eser yoktu. Yine hatırı sayılır bir kitlenin geldiğini söylemek lazım. İlgi yok değildi, ama basketbol sevdikleri için 12 dev adama manevi destek vermeye giden ünlü/ünsüz birçok kişi dün salonda yoktu. Ve belki de dünkü maçtan haberleri bile yoktu. Biraz kilişe ve basit bir giriş olsa da bunu dile getirmek lazım. Valencia dikkat çekecek marka bir rakip olmayabilir, umarım eylül ayında basketbolu sevdiklerini öğrendiğimiz kitle Panathinaikos ve CSKA Moskova maçlarında yer alır.

Sinan Erdem Salonu'na ilk defa gittik. Hemen yanındaki Ahmet Cömert'e defalarca gitmiş biri olarak salonun önüne gelene kadar kendimi Ahmet Cömert'e gider gibi hissettim. Yaklaşık 2 senedir uğramadığım Ataköy'ün her sokağı hemen hemen bıraktığım gibi kalmışken Sinan Erdem ve dolayısıyla Ahmet Cömert'in bulunduğu cadde değişmiş.

Daha önceleri arabaların arasından yollara atlayan çılgın kardeşlerimizi gördüğümüz yerde artık bir üst geçit var. Salonun kendisi bile ayrı bir renk katmış sokağa. "Tenhada kıstırırım" lafının uygun olduğu sokaklardan biri artık ışıl ışıl olmuştu (Ataköy'ün hakkını vermek lazım, Abdi İpekçi'nin yanında esamesi bile okunmaz ama fazla sessiz bir semt olduğunu söylemek gerek).

Salona girme saatimiz ilkokullardan kalkan otobüslerden inen çocuklarla hemen hemen aynıydı. İçeri girdiğimizde istediğimiz yere oturmaya çalışacağımızı sanmamız da büyük bir hata oldu. Her tribün girişinde bir güvenlik görevlisinin olması büyük talihsizlik. Bu arada kadın güvenlik görevlilerinin kabalığı gözlerden kaçmadı. Sözün özü, Efes Pilsen, Türk tribünlerine NBA sistemini getirmeye çok yaklaştı. Patlamış mısır yiyerek, ponpon kızları izleyerek, müzik dinleyerek bir akşam geçiriyoruz. Biletlerin üzerinde yazan numarada oturuyoruz ve arada basketbol maçına odaklanıyoruz.
Maça gelelim. Valencia takımının en bildiğimiz oyuncusu Sırp Savanoviç'ti. Fakat Efes'in en zayıf yerinin de pota altı olduğunu biliyorduk. Valencia da bu açığı delmek istemiş olacak ki, Savanoviç'ten çok Javtokas'ı kullandı. İlk periyotta bu sistem başarılı olsa da daha sonra -Efes de biraz daha toparlanınca- tıkanan bir taktik haline geldi. Zaten maçı iki ayrı Efes olarak izledik.

İlk yarıdaki Efes Pilsen bu sezon Türkiye Ligi'nde çok zorlanır. Ama ikinci yarıdaki Efes Pilsen iyi savunması ve başarılı hücum oyunlarıyla Euroleague'i bile götürür.

Efes Pilsen'de dün en beğendiğim Nachbar ve Vujcic oldu. Nachbar'ın geçen sezon verimsiz çok maçını izleyince bu maçtaki oyuna hoşuma gitti. Vujcic de daha çok yeni olmasına rağmen iyidi. Vişnevski ve Roberts ikilisinin Efes'e ekstra katkı sağlayacaklarını düşünmüyorum. Zaten Vişnevski dediğin Fenerbahçe'de libero oynar, Efes'te ne işi var.

Sinan Güler az oynadı, Kerem Gönlüm kötüydü, Ender verimsizdi. Rakoceviç hangi ara 20 sayı attı anlamadım. Kerem Tunçeri, Nachbar'dan da Vujcic'den de iyidi ama bizim için alışık olduğumuz bir durum. Thornton da iyidi ama nedense ona pek ısınamıyorum.

Tribünlere gelince; yine okullardan gelen çocuklar ve onların iyi niyetle yaptığı gürültüler. Buna kötü ses sistemi de eklenince baş ağrısı kaçınılmaz oldu. Efes Pilsen maçlarında böyle sıkıntılar oluyor. Efes Kızları'nın sporda yeri yok düşüncemi tekrarlıyorum ama dün gerçekten çok güzellerdi (İşlerini güzel yaptılar anlamında, çalışmışlar belli). Devre arasında akrobatik hareketler yapan grubun içindeki tek kız, Efes Kızları'ndan daha güzeldir. En azından elinde basketbol topu vardı.

Az sayıdaki Valencia taraftarıyla yan yanaydık. İki tane genç Rayo Vallecano bayrağı astılar. İstanbul'da Valencia tribününde Vallecano bayrağı açmak hoş bir anı olsa gerek. İspanyollar'a Mehmet Topal'ı sormak istedik; grup ortalaması 40 yas üzeri kadınlar olunca pek ilişmedik.

Son olarak Pamesa, Power Electronics'den daha sempatik bir isimdi.

Hiç yorum yok: