Çarşamba, Eylül 24

Unutulmayan Maçlar


Saat daha geç değildi. Eve gidilmezdi. Ama o gün 4-5 maç yapmıştık, bacaklar yorgundu. 13 yaş ortalamalı grubun gözlerinden yorgunluk akıyordu. Şu zamanda en çok kullandıkları cümle, alkolü fazla kaçırdıkları gecenin ertesinde söyledikleri "son bardağı(kadehi) içmeyecektik birader!" olanlar, o zamanlarda çoğu akşam aynı cümleyi söylerdi: "son maçı yapmayacaktık lan." Şimdi içerken ne kadar zevk alıyorlar bilmiyorum ama o zaman yapılan maçlarda alınan haz bambaşkaydı.
Ne yapacağına karar veremeyen grup boş bir muahabbet çevirirken bir anda Türker'in sesiyle irkildi: Ben, Kutay,Uğur, bir de kaleci verin siz hepiniz.
"Tamam amına koyim oynayalım " dışında başka birşey diyen yoktu. Ama yorgunluk nedeniyle, akşam yemekten sonra oynanacak kukalı saklambaça biraz derman kalsın isteğiyle maç 10da devre 20de biter değil 7de devre 15te biter statüsünde oynanacaktı.
Kadrolar klasikti. Çoğu zaman biz o 3 kişi + kaleci olurduk. İş takım seçmeye gelince bizim 3lü Türkiye'den Trabzonspor'u yurtdışından Newcastle United'ı seçerdi.
Türker en büyüğümüzdü. Mahallenin en janti çocuğuydu. Bizim sokakta kız olmadığı için kızları ilk okula başladığımızda görmüştük. Haliyle Türker bizden önce gördü onları.Futbolda da kızlarda da bir adım öndeydi. Futbola olan ilgisi dönem dönem azalırdı o nedenle. Bazen organize eder herkesi deli gibi top oynar, bazen 1 hafta görünmez ortalıkta. Gününde oldu mu iyi oynardı. Yıldız olma potansiyeline sahiptı ama yıldız olmayı sevmezdi. Bu nedenle Newcastle olduk mu Ferdinand, Trabzonspor olduk mu Arçil olurdu. Oysa o takımın yıldızları Asprilla-Şota ikilisydi. Bu mertebe Uğur'un olurdu.
Uğur benimle yaşıttı ama benim 2 katımdı. Trabzonlu ve Trabzonsporluydu. Ülkede Hami'den sonra en sert şutları o çeker sanırdık. Bizimle oynarken belli ederdi kendini, bir numara büyük gelirdi, dağıtırdı herkesi. Bu nedenle abiler mahalle maçına altyapıdan birini alacaksa o Uğur olurdu. Ama her zaman büyük takıma giden topçu gibi olurdu sonu. Deli gibi gol atan çocuk,abilerle oynarken defans oynamak zorunda kalırdı. O sert şutlarıyla kaleyi yokladı mı azarı yerdi. Bir gün yine böyle bir maçtan sonra aramıza gelip bana " lan bana Ortega dediler, iyi mi lan bu Ortega" diye sormuştu. O zamanlar Ortega'nın Kadıköy'e gelmesi hayal ürünüydü. Ana Uğur'a Ortega diyecektik ki adı yankılansın semtimizde.Ama Uğur takmadı Ortega'yı. Onun için bir Trabzonspor bir de -nedense- Porto vardı.
Ben takımın en zayıf halkası. Çelimsiz ama sol ayağı iş yapan çocuk. Başka mahallede oynasam yıldız olurdum belki, ama bizim mahallede herkes çok teknikti. Ve üstelik çoğu benden büyüktü. Benle yaşıt olan Uğur bile boylu poslu çocuktu. Ben de sol ayağımın hürmetine Ginola-Abdullah arası gidip geliyordum. Uğur ilkokuldan beri arkadaşımdı.Babalarımız da aynı mahallede beraber top oynamışlar yıllardır tanışırlar. O nedenle kötü oynadığım zaman Uğur bana kızmazdı. Ama Türker Emre için Hagi'si neyse, benim için de oydu. Yeri gelir sahadan kovardı, yeri gelir omuzunda taşırdı.
Kalecimiz Fatih olurdu. Bizim evsahibinin oğlu. Sokaktakı 5 apartmanın 2si onların. Ama varlık içinde yokluk çekiyor, çünkü futbol topu yok. O nedenle kaleye geçmeye mahkumdu her zaman.
Karşı takım kimi bulursa getirirdi, ama 3 tane temel topçusu vardı. Biri Barış; kalecilerin 1 numarası. Babası yan apartmanda kapıcıydı, onun tek oğluydu. O nedenle maçlara gelmesi zor oluyordu. Geldiği zaman kendi isteğiyle kaleye geçiyordu.Onun takımında olmak için bir nedendi bu. Kalede Son diye bağırma telaşına girmeyecektik. Futbol sahalarında tesisatçıda çırak olarak çalışmaya başlayana kadar ter döktü.
Birtan garip topçuydu. Topu alırdı,hızla giderdi, kaleye şutunu çelerdi ve golünü atardı. Yapacağı herşey belliydi,sıralıydı ama durduramazdık. İlginç adamdı. Solaktı, çamura çok yatardı, fazla sinirliydi, ama çok gol atardı. Yasin tam bir top cambazı. Kendini Okocha sanıyordu. Teknikti ama takımı rezil de ederdi vezir de. İstikrarsızdı. Babasının yan sokakta bakkalı vardı. Bazen orada oynardı, oradan kovulunca bize gelirdi. Biraz Emre Aşık yani.
Geri kalanlar sürekli değişirdi. Mesela Saruhan vardı ama bu maçta yoktu. Çünkü ağır bir sakatlık geçirmişti. 12 yaşında sünnet olmuştu. Onun yerine ablası oynuyordu. Ablasının bır dezavantajı vardı bunu avantaja dönüştürdü. Mahallenin tek kızıydı, o sayede sağlam bir stopere dönüşmüştü.
Biz maça dönelim. Havanın kararmasına 1 saatten fazla vardı. Biz kendimize çok güveniyorduk. Hemen 15 gol atıp maçı bitirecektik. Ama öyle olmadı. Maça onlar hızlı başladı. 2-0 öne geçtiler. Biz oradan 3-2yi yakaldık. Bu 5 gol 1 saat sonunda gelmiş, hava kararmaya başlamıştı. Caddeden her zaman geçen arabalar nedense o gün geçmiyordu. Oyun gereksiz yere durmuyordu. İki takım da böylece pozitif futbol sergiliyordu. Top bir o kalede bir öbür kalede olmasına rağmen iki taşın arasından geçmiyordu. O kadar yorgunluğa rağmen herkes istisnasız mücadele ediyordu. Her maçta çocuk gibi(!) bağıran bizler o maça öyle bir ciddiyetle hazırlanmışız ki, top sesinden başka ses duyulmuyordu. Önce Uğur'un babaannesi, sonra Fatih'in annesi maçı bitirmek için beyhude çabalarda bulundular. Sokak lambası yanmış,hava iyice kararmıştı. Skoru herhalde onlar 3-3 yaptıktan sonra biz 6-3 yapmıştık. Sonra onlar 6-5 yaptılar. Nihayet biz 7-5 yaptık. İlk devre sona ermişti, ama saat oldukça geç olmuştu. Türk futbolunun ilerlemesini engelleyen en katı kural bir kez daha devreye girmişti. Babalar gelince maç sona erer.
Bir gün sonra aynı maça devam edecektik. Ama kimse devam etmedi. Maç orada kaldı. Zaten kaldığı yerden devam etse kesinlikle aynı tadı vermzdi. Zirvede bıraktık bu sayede unutulmaz oldu. Ama bu maçı demin Türker'e sordum hatırlamıyormuş. Uğur Laz aklıyla hiç hatırlmaz.Diğerlerini yıllardır görmüyorum. Herhalde sadece benim için unutulmaz. Fakat çok güzel maçtı gerçekten de. Türk futbol tarihinin en güzel maçı.

Hiç yorum yok: