Pazartesi, Şubat 2

Tahtsız Kral

Tanju Çolak, Türk futbolunun Diego Maradona'sı olmuştu.

İnanılmaz bir yeteneğe sahiptir. En alttan en yukarıya tırmanmıştır. Çalkantılı bir kariyer geçirmiştir. Ama Maradona kadar seveni yoktur.

Tanju Çolak, Türk futbolunun İbrahim Tatlıses'i olmuştu.

Anadolu'nun bir şehrinden kalkıp İstanbul'a gelmişlerdir. Aynı zamanlarda patlamışlar, milyonları peşlerinden sürüklemişlerdir. Doğan çocuklara isim babası olmuşlardır. Aynı kızı sevmişlerdir, şöhretleri ülke sınırını aşmıştır. Ama bugün hala "İbo" gerçeği varken Tanju ortalarda yoktur.

Tanju Çolak, Türk futbolunun Şaban'ı olmuştu.

Onun gibi saf, halkın içinden, fırsatçı, kurnazdı. Türk halkının aynasıydı. Ama Kemal Sunal öldüğünde tüm Türkiye ağlarken, Tanju'yu bugün arayan soran yoktur.

Çünkü Tanju büyük bir hata yapmıştı. Bir tek gecelik ilişkiye girmek gibidir ezeli rakibe transfer olmak. Bir anlık zevk uğruna bütün hayat mahvolur. Tanju'un ilişkileri başına dert oldu önce, sonra transferi gerçekleşti. Bir daha da düzlüğe çıkamadı.

Hikayesi en çok bilinen futbolcudur Tanju. Nasıl olmasın ki? Futbolun meyvesi golse, o meyveyi en çok veren Tanju olmuştu bir zamanlar. Çocuklar futbol sevgisine golcüler sayesinde başlarlar. 80'lerin sonunda Tanju birçok çocuğun içine futbol aşkı düşürmüştü.

Eski topçuların klasik söylemidir, " bizim zamanımızda bu şartlar olsaydı ben neler yapardım..." Kim ne yapardı bilemeyiz, ama Tanju bugün ne kadar modern futbola uymasa da aynı işi yine yapardı. 

Futbola dair hatırladığım ilk şeyler normal olarak hayal meyaldir. Herkesin öyledir. 1992-93 sezonu çok nettir, öncesi bulanıktır. Yani Tanju'nun Galatasaray'da estiği zamanlarda yoktum, varsam da çok az hatırlıyorum.

Aklımdan gitmeyen iki görüntü var. Tanju'nun güneşli bir günde ya Alp Yalman ile ya da Metin Aşık ile görüştüğü ve onlarca mikrofonun arasından geçtiği bir görüntü. Tam net değil işte. Ama o gün Galatasaray defteri tamamen kapanmıştı. Tarihin en büyük Galatasaraylısı olan rahmetli anneme sormuştum: "Şimdi her maç Fener bizi yenecek mi?"

Annem Tanju'yu hiç sevmezdi. Evli ve çocukluyken Hülya Avşar ile beraber olması onu özellikle soğutmuştu. Bizim mahallede baskın yemişlerdi. Ben hatırlamıyorum yine. Sonuçta Tanju eski Tanju değildi artık annem için. Zaten eski Tanju'yu da ben bilmiyordum. Soruma şöyle bir cevap almam gayet doğaldı o yüzden: " Asıl biz Fener'i yeneceğiz artık."

Oysa hiç beklediğimiz gibi olmadı. Aklımdan gitmeyen ikinci görüntü 5 Ekim 1991 tarihine aittir. Bugün Okan Bayülgen'in programlarında, Youtube'da kahkahalarla gülünen Levent Özçelik maçı dersem herkes hatırlar. Ben o gün o kadar gülmediğimi çok net hatırlıyorum. Kariyerimin ilk "Fener maçından önceki gece uyuyama"sı o güne denk gelir. Fenerbahçe'yi kesin yenmeliydik. Tanju'ya ders vermeliydik.

Her zamanki gibi bir 6.hafta maçıydı oynanan. İlk gol Tanju'dan geldi. Annem "derbilerde ilk golü atan kaybeder, üzülme" dedi. O sıralarda öyle oluyordu gerçekten. Ama ikinci gol de Tanju'dan geldi. Tanju bize 2 tane atmıştı. İşin kötü tarafı ikinci maçta 3 tane daha atacaktı. Hayatlarının ilk ihanetini Tanju'da yaşamıştı bizim kuşağın Galatasaraylıları.

Tanju büyük yıldızdı. O zamanlar büyük yıldız fazlaydı. Metin-Ali-Feyyaz, Oğuz, Rıdvan, Aykut.... Ama hepsinden farklıydı Tanju. Zaten bugünlerdeki hallerine bakınca, isimleri geçince zihinlerde oluşan çağrışımın farkı gözükecektir. Tanju gibi bir starın şu anda fildişi kulelerden bakması gerekirdi ülke futboluna. Türkiye'nin San Marino galibiyetlerine sevindiği dönemlerde o Avrupa Gol Kralı olarak sınırları asmıştı. Şu anda bir Platini, Backenbauer, Pele gibi kendi ülkesinde ağzının içine bakılacak bir konumda olması gerekiyordu. Oysa Telegol gibi bir programda bile tutunmakta zorlanıyor.

Youtube'da veya TRT arşivlerinde maç öncesi maç sonu röportajları yakalarsanız izleyin Tanju'yu. Diğer futbolcular aynı şeyleri tekrarlarken o bambaşka bir jargonla bambaşka şeyler söyler. İzlerken hem gülersiniz hem de sinirinizi bozar. Kendine olan güveni ve boş bakışları birleşir. İnsan düşünür "bu saf adam nasıl Türkiye'nin en iyi futbolcusu, en gözde insanı oldu."

Sonradan anlarsınız; hiç kimsede ondaki özgüven yoktur. Futbolu onun kadar severek oynayan yoktur. Bugün tribünler en çok Tanju gibi topçuların eksikliğini hisseder. Ama o televizyonlardadır ve televizyon izleyicileri onun fazlalığından rahatsız olur. Futbolu sevmesidir belki onu televizyonlara bağlayan ve kendisini aleme maskara eden. Veya paraya olan düşkünlüğüdür onu mahveden. Parayı sevdiğini cüzdanlarını çıkarıp ona sallayan Galatasaray taraftarı ilk kez dile getirmişti. Aynı taraftarlar bugün en çok Neuchatel maçını anar hala. Ve tabii ki onun ismini.

O maçta attığı enfes gol gibi, birçok güzel golü vardır kariyerinde. Atamadığım gol yok diyecek kadar kendini üstün görür Kral. Attığı her golü an be an hatırlar. Sağdan ortayı kim kesmiş, top ona doğru gelirken neler düşünmüş. Her şeyi anlatır. Acaba sıkıyor mu dersiniz, ama sıksa bile yalana kendisi bile inanıyordur. George Costanza'nın dediği gibi, yalana kendiniz de inanıyorsanız o artık yalan değildir. 

Bir laf vardır; "kaleye vurmadan gol olmaz" derler. Tanju böyle afili cümleler kullanmaz. Direkt temelden girer. "Denemeden olmaz" der. Maç içinde her şeyi dener. Sağ ayak içi, sol ayak dışı, kafa, vole, röveşata. Aynısını dışarda da yapar. Hülya Avşar'ı gözüne Samsun'dan kestirir. İstanbul'a gelince de dener. Herkes suçlar onu, ama Türk erkeğinin yüzde 90'ı o sıralar aynı şeyi yapmak isterdi. O dener, yapar ve denemekten pişman olmaz. Sonunu düşünmezdi çünkü. Binlerce kişinin kahramanıyken sonunu düşünemediği için ömür boyu kahraman olarak kalamadı.

Doğaldır Kral. Konuşması sokaktaki konuşmadır. Sizi bağlar o yüzden. Dersiniz ki " gelse de şurada karşılıklı içsek, bi sofra kursak, o anlatsa Monaco maçını biz dinlesek." Ama o, sofrayı bir kız görse peşinden giderek terk edecek, hesabı da size geçirecektir. Monaco maçlarından anlatacağı tek şey de sadece kendisinin attığı gol olur. Kameraların 17 açıdan size sunması gibi, o da 50 farklı şekilde anlatır aynı golü. Ama ondan başka bir şey de anlatmaz.

Geçen gün Telegol'de onun Galatasaray kampına alınmamasını tartıştılar. İzleyenler hatırlar. Tanju zannediyor ki rüya takımlar maçında parmak kaldırınca Galatasaray camiası onu affetmişti. O yüzden elini kolunu sallayarak girecekti. Ailenin onu affedeceğini sanıyordu. Belki yapılması gereken de oydu. "Ne olursa olsun benim evladım" diyerek bağrına basmak gerekiyordu. Ama hisler ve duygular, kağıtlarda yazdığı gibi gerçekleşmez. Birini affetmemek de oldukça doğaldır.

O günkü olayı anlatırken kapıdaki güvenliğin ona "Kralım ben senle büyüdüm kusura bakma emir kuluyum" dediğini söylüyordu. Tebaasının ona 'kralım' diye seslendiğini sanıyor hala. Üniversite panellerinde ona duyulan sevgiyi, topçuluğunu hatırlamayan neslin onu bu kadar sevmesini attığı gollere bağlıyor hala. Oysa bilmiyor ki o samimiyeti olmasa kral değil soytarı olurdu anca.

1 yorum:

Mehmet Çelik dedi ki...

Ellerine sağlık. Güzel yazı olmus gercekten.