Cuma, Şubat 6

Maç Günü #1


Arada nostalji yapmak lazım. Boş vakitlerde böyşe bir şey yazalım. Konumuz gittiğimiz maçlar. Ama öyle analizler falan değil. O gün ne yapmışız, kimle gitmişiz maça, hangi ritüelleri gerçekleştirmişiz, neler yaşamışız. Böyle birşey yazmama ilham olan Can Kozanoğlu'nun şu satırları oldu: " "gitmeyin" sesleri arasında yollara düştüğümüz her haftasonunda yaşadıklarımızı ayrıntılarıyla hatırlıyoruz, hatırladıkça eğleniyoruz. Bize "gitmeyin" diyenler neler yaptılar acaba o haftasonlannda, aynı yükseklikte bir hatırlama ve eğlenme oranı tutturabiliyorlar mı?" Gerçi üstad bunu biz gençlerin deplasman yapması için söylemiş. Biz fazla deplasman yapamadık belki ama hatırlama ve eğlenme oranımız yüksek. Bunları da paylaşalım o zaman.

Maç Günü ismi ise Galatasaray tribünlerinde dağıtılan efsane kitapçıktan geliyor. Bir tomar dolusu vardır bende, durur hala. Millet kıçına minder olarak kullandığı için fazla basılmıyor artık. Sadece kapalıda: bizim de yolumuz çok düşmüyor oraya. Bu kadar giriş yeter, konumuza dönelim.

* * *

İlk anlatacağım maç Galatasaray-CSKA Sofya maçı. Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi Ön Elemesi'nde oynadığı onca maçta biri. Ama bu maçın benim için ayrı bir önemi var. Olimpiyat Stadı'nda izlediğim ilk maç. Günün şartlarını daha iyi anlamak için geçmişi biraz anlatmak lazım.

200o-2001 efsane sezonu ciddi ciddi tribünlere gittiğim sezondur. Ama o zamanlar hem yaştan dolayı hem maddiyattan dolayı her maça gidemiyoruz, maç seçiyoruz. Tribün Dergi çıkınca tribüne bakışımız değişti. Maç seçme ukalalığına girmeyeceğiz, her maça gideceğiz. Fakat biz bunları derken bu sefer de önemli bir viraj karşımıza çıktı. ÖSS.

Plan belliydi. 2002-2003 sezonu kayıp sezon olacaktı. ÖSS kazanılacaktı. Kazanmaktan kasıt, iyi bir bölüm veya iyi bir okul değil. İstanbul'da herhangi bir bölüm. Üniversite yılları kombineyle Ali Sami Yen'de geçecekti. Plan tıkır tıkır işledi. Ama ufak bir sekme oldu. Bizden kaynaklanmıyordu ama yine de önemliydi.

Bugün karşıma çıksa Özhan Canaydın'a tek bir şey sorarım. " Össan Abi" derim, " Ribery'i geçtim, Sahip Som'u geçtim, Terim'i, Hagi'yi, Büyük Kaptan'ı geçtim, bana sadece şunu söyle: Ben bir sene boyunca her haftasonu niye gittim Bulgaristan civarına?

Evet, o sezon için kararı vermişti yönetim kurulumuz. Maçlar Olimpiyat Stadı'ndaydı. Açılış maçı olan Olympiakos maçına gitmemiştim, ama giden arkadaşların yaşadığı rezilliği çok iyi biliyordum. Tribünden, maç hevesinden soğudum. Galiba 2003-2004 de kayıp sezon olacaktı. Ama o sırada büyük yönetim kurulumuz büyük bir incelik yaptı. Kombine fiyatlarını açıkladı. Açık tribün 30.000.000 lira olarak belirledi o zamanın parasıyla. Yarın ki Kayserispor maçının bilet fiyatı yani. Zaten ÖSS sonrası çıkılan tatilde yüklü miktarda para harcanmış, cepte pek birşey kalmamıştı. Bu para ise gayet verilecek bir miktardı. İki derbi iki Avrupa Kupası maçı parayı çıkarırdı.

Berker ile yoğun bir fikir alışverişi yaptık. Gidelim mi , alalım mı ne yapalım? Karar "alalım" oldu. Zaten Berker dediğim insan bir Kral hastasıydı. Ve Kral o sene yuvaya geri dönüyordu. Kombineler alındı sezon açılışı beklendi.

Sezonun ilk maçı Diyarbakırspor maçıydı. Ben eski şımarıklığımı 30 liralık kombineden aldığım güçle birleştirip ilk maça gitmiyordum. Berker'e de "oğlum ilk maç bakalım şu trafik işi ne olacak ona göre gideriz diğer maçlara" demiştim. Berker, Hakan'a kavuşmak istiyordu. O nedenle ilk maça gitti o. Kral iki golle döndü, elektrikler kesildi, yollar maçtan önce ve maçtan sonra kilitlendi. İlk maç ve sezon açılışı böyleydi.

Bu bilgiler ışığında asıl günümüze gelelim. 13 Ağustos 2003 gününe yani. Kendi stadımızda oynayacağımız bir maç değil de sanki deplasman yolculuğuna çıkıyorduk. Berker ile yoğun bir telefon trafiği yaşadıktan sonra maçtan önceki gece son şeklimizi verdik planımıza. Hüseyin Abi, kendisi yoğun bir iş temposuna sahipti, bizi saat 13.00'te alacak stadyuma kadar bırakacaktı. Biz tahminen 16.00 gibi orada olurduk. Maç ise 21.00'da başlıyordu yanlış hatırlamıyorsam. Kalan 5 saati de aylardır duyduğumuz hasretle kapatırdık. Suadiye'den yola çıktık. Arabanın kilometresine baktık. Stad bizim mahalleden tam 100 km uzaklıktaydı. Ve biz o yolu 45 dakikada gelmiştik. Hüseyin Abi bizi bıraktı ve geri döndü. Ben ve Berker çölün ortasında ne yapacağını şaşıran gezginler gibiydik. Saat daha 13.45ti. İlk izlenim önemlidir derler ya,işte ilk izlenim buydu.

Hani farklı bir ortama girdiğinizde içiniz garip bir duyguyla kaplanır ya, ne yapacagınızı bilemezsiniz. Yanlış karar verdiğinizi hissederseniz, korkarsınız. Okula ilk başladığınız gün, askerdeki ilk geceniz, ofisteki ilk gününüz vs.. Yabancılık hissedersiniz. İşte o gün onu yaşadık biz. Bir daha eve dönememe korkusu sardı içimizi( Sami Yen tabi ki "ev", yoksa Olimpiyat'tan eve dönülür 24 saat içinde, o kadar da değil).

Bir stadyumda maç olduğunu nasıl anlarısınız? Köfteciler, bağıran taraftarlar, polisler, çekirdekçiler, yoğun bir gürültü, yerdeki çöpler vs... Hiçbiri yoktu o anda orada. Bir tane 80.000 kişilik stadyum ve iki tane Galatasaray formalı mal, yani biz.

Yapacak birşey yoktu. Gittik, yeni açık diye tabir edeceğimiz kuzey açık tribünğün kapısının önüne çöktük. Ağustos sıcağında, güneş tepemizde. Issız bir stadyumun ortasındayız. Arada Berker havaya bakıyor geçen uçakları gösteriyor:

-Lan bu uçak var ya!

-Eeee...

-Lufthansa

-Nerden anladın?

- Kıçı şu renk, kanatları şöyle, önü böyle.

Berker kendine bir eğlence bulmuştu. Uçaklarla ilgili bir arkadaşımız kendisi. O nedenle yıldızları keşfetmeye çalışan Yunan filozofları edasıyla gökyüzünü inceliyordu. Yavaş yavaş stadyumun çevresindeki mahallerden çocuklar gelince kalabalık oluşmaya başladı ve muhhabet edeceğimiz birkaç kiş oldu.

Hayatımda ilk defa adını duyduğum semtlerden gelen çocuklarla, bir daha hiç bir şekilde kolay kolay bir araya gelmeyeceğimiz insanlarla uzun uzun muhabbet ettik. Bunu da sosyal hayatınızda anca bir futbol maçında yaşayabilrisiniz, ki bu blogu okuyan insanlar bunun gayet farkındadır.

Sonra kapılar açıldı içeri girdik. Levski Sofya taraftarından bildiğimiz ateşli Bulgar seyircisi CSKA formalarıyla bizim üstümüzdeki yerlerini almışlardı. Hemen orada sorulan soru; 5 hafta sonra Fener seyircisi nerede olacaktı? Eğer yine üstümüzde olursa tatsız olaylar yaşanabilirdi. Fenerbahçeliler yakın dönem derbilerde bir daha rastlanmayacak şekilde bir kale arkasını alacaklardı.. Hem Levski Sofya taraftarı hem de 2-2 biten Galatasaray Fenerbahçe maçı ayrı konular.

O günkü maçın yıldızı Batista'ydı. Oynamış mıydı hatırlamıyorum. Annesi ölmüştü maç günü. O gün zor bir gündü. Aklımda böyle kaldığına göre kesin oynamıştır Mertol Karatay. İlk 10 dakikada goller geldi, maç koptu. Maça dair hatırlanacak birşey yok. Maçtan sonra da beklenenden rahat döndük. Yani bir maç günü böyle geçti. Ama şu anıyı anlatmamak da olmaz:

Maçın başlamasına çok az bir süre kalmış. Berker gözüne bir adamı kestirdi. Döndü bana şöyşe dedi:

-Lan olm baksana herif aynı Sabri'ye benziyor.

Bizim bir huyumuz vardır, insanları futbolculara benzetiriz.Ben de Berker!e hak verdim içimden. Adam harbiden benziyordu. Ama serde aşağılamak var:

- Siktir lan alakası yok.

Berker bu sert çıkışla güvenini kaybetti Ama tam o sırada adam arkasını döndü, üstündeki forma da 55 Sabri yazıyordu. Berker umutlandı:

-Olm bak lan Sabri yazıyor.

Berker girişken çocuktur direk adama sokuldu:

-Abi, sen Sabri'ye benziyorsun.

-Benim biraderim o.

Berker bana döndü:

-Biraderim diyor lan, o ne demek.

-Abisi lan o zaman.

-Olm Sabri'nin abisi açık tribünde mi olur?

Biz bu soruyla fazla cebelleşmedik. Adam ikna etti bizi. Biz de inandık. Bize birkaç sır verdi. Gerçi herkes biliyormuş bunu, ama adama söz verdik kimseye söylemeyeceğiz diye. Biz de söylemiyoruz.Yersen.

Hiç yorum yok: