Salı, Şubat 10

Türk Futbolunun Değişimleri


Başlığa bakıp akademik bir yazı anlamı çıkarmayın. Çok keyifli bir konu. Türk futbolunun saha dışında ve taraftar bazında değişen geleneklerinden bahsetmek istiyorum. Gelenekçi bir yapım var, eskiyi severim. Aynı zamanda yeninin kalıcı olması için çaba sarfederim. Üstelik bizim kuşak öyle bir zamanda futbola adım attı ki, hem eskiyi hem yeniyi, değişen herşeyi yakından gördü.

Eskiden kasıt Lefterler, Metinler,Sanlı Kaptanlar zamanı değil tabi. Yaşım yetmez. 90lar ve 2000ler arasındaki gel-gitler konu. Sözlük sitelerinde yazan 90larda çocuk olmak tarzı birşey.

Önce yayın konusundan başlayalım. Değişimin en açık göstergesi. Eskiden maçlar tek kanaldan verilirdi. Şimdi de tek kanaldan veriliyor. "Değişen birşey yok" diyen olabilir mi acaba? TRT veriridi maçları. Eski görüntüleri izleyince İlker Yasin,Ercan Taner, Levent Özçelik gencecik halleriyle karşımıza çıkar. Hatta sık sık çıkarlar. Maçtan önce başkandan oyuncusuna, spor yazarından taraftarına kadar herkesten yorum alırlar. Şimdi öyle birşey yok. Yorum yapanların hepsinin bir köşeşi veya kanalı var. Onlara sormak gerekmiyor. Futbolcuyu yönetim konuşturmuyor maç öncesi. Yenilgi varsa maç sonrası da konuşumuyorlar. Taraftarı takan yok, vandal onlar, olay çıkarsa yayınlanır. Maç öncesini reklamla geçiştirmek daha önemli. Eskiden ise reklamlar maçın her anında verilirdi. Oyun durmaya görsün hemen çakarlardı reklamı.

Neyse, bu muhabirler maçı öyle bir yaşatır ki ekran başındakilere, maçın içinde hissedersiniz kendinizi. Zaten maçın içine çok dahil olur muhabirler. Sakatlanan topçuyla, gol atan takımın hocasıyla, kavga eden futbolcuyla konuşurlar. Hele bir de penaltı olduğu zaman görün . Sahanın içinden Çin ordusu geçer. Penaltı kullanılacak kalenin arkasına foto muhabirler koşar.

Şimdi ise bilmemkaç tane değişik açıdan HD kalitesinden maç izleniyor. Muhabirler Oğuz Tongsir, Ömer Güvenç gibi işini iyi yapan, sevilen insanlar. Atrı renk katmaktalar. Acun da buralardan yetişme. Severim Acun'u. Lig Tv iyi bir kanal. Programlar güzel, maç yayınları da fena değil. Ama bir gelenek katamadı bizlere 8 senedir. Ama Lig Tv'nin ağır topu Erman Toroğlu, Hıncal Uluç ile bir akım başlattı çok öncelerden. "Oynatalım Uğur" kültürü. Hakem kararlarını sorgulamak bu zamanın en önemli işi. Bunu başlatan; yayıncılık anlayışının değişmesi ve Erman Hoca'dır.

Transfer sezonunda yaşanan ritüeller de değişti. Eskiden transfer sezonun en "in" mekanları Silivri, Büyükada,Bayramoğlu gibi sayfiye yerleriydi. Sezon bitince bonservis bedelleri açıklanır, ondan sonra kulüp yöneticileri oyuncu kaçırmaya başlardı. Zaten daha önceki kongrelerde oy verenlerin kafasındaki düşünce şudur: iş bitirici olan aday hangisi? İş bitirmekten kasıt oyuncu kaçırıp imza attırabilme yeteneğidir. Oysa şimdi önemli olan hangi adayın kulübün hakkını yedirmeyip, yumruğunu masaya vurabildiğidir. Transfer edilen oyuncu imzayı kapalı kapalı ardında atınca taraftar onu sezon açılışında görürdü. Buraya az sonra geliyoruz. Artık taraftar ve futbolcu çok önceden tanışıyorlar.Özellikle yabancı futbolcu ayak basar basmaz, ayağını yerden kesiyor taraftarlar. Havaalanında karşılama törenleri artık ciddi bir rekabete dönüştü. Hangi tribün havalimanını daha çok doldurdu? Kim karşılamada şov yaptı? Tabi karşılamadan öncesi de çok mühim. Genç kuşak artık kolay kül yutmuyor. İmzayı görmeden inanmam diyen kitle bugünlerde imza göremiyor,imza töreni yapıp bayrak öptürme pek yok. Yeni kaynak haliyle resmi site. Resmi sitede çıkmadan inanmam diyenler oldukça fazla. O nedenle yaz mevsimini internet başında müjdeli haber için sabahlarken geçiriyor taraftarlar.

Sabahlama demişken; eskiden maç öncesi sabahlamaları vardı. Herkesin malumu, şimdi ise maça ne kadar geç girildiği önemli. 3 büyükler farklı stadyumlarda oynamaya başladıktan beri gelişen bu akımda üstünlük sağlama kriteri maçın başlamasına kaç dakika kala bir anda stadyumu doduruluduğu.

Sezon açılışı ise iyice kaybolan bir gelenek. TSYD gibi. Kulüpler önce güzel bir ağustos günü sezonu açardı. Transferler tanıtılır, kurbanlar kesilir, gösteri maçı yapılırdı. Bundan birkaç gün sonra TSYD turnuvası oynanır, yeni transferlerin bazıları ilah bazıları günah keçisi olurdu.

TSYD gibi kaybolan iki kupa daha var. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupaları. Sezonun hemen ardından oynanan bu maçlar değişmez bir şekilde bugün yapay çim zeminli olan Ankara 19 Mayıs'ta oynanırdı. Şimdi Süper Kupa var. Genelde Almanya'da oynanır ve yeni sezonun ilk maçıdır. Kazanan çok sevinmez, kaybeden üzülmez.

Antreman tesisleri şehrin uzak semtlerine taşındığından beri en önemli gelenekler kayboldu. O da idmanı basmak ve baklava ikram etmek. Emre Atasoy'un muhteşem lafını hatırlatalım hemen:"O zamanlar çarşamba idman bas, perşembe baklava götür şampiyonluk reçetesiydi." Şu an idmanda baklava yok. Ama Fenerbahçe'de oynanan Brezilyalılar sayesinde çok tatlı bir gelenek oluştu. O da yumurtalı unlu doğumgünü kutlaması. Taraftarlar buna pek iştirak etmiyor şu an, ama her an bir idmanda futbolculara yumurta atılarak hem idman basmayı hem de baklava ikram etmeyi aynı güne sıkıştırmak mümkün olabilir.

İdman basan, semtte tabut kaldıran, baklava götüren, kurban kesen tribüncünün ortak buluşma noktası semt kahvesiydi. Bütün kararlar oradan duyurulurdu. Kulaktan kulağa herkes birşeyleri duyardı. (Aslında buralarda -mışlı cümleler kullanmalıyım ama o kadar çok dinledim ki yaşadım gibi geliyor). Bugünlerde taraftarın ortak buluşma noktası dendi mi akla sanal alem geliyor. Tribün gruplarına isim konuldu önce. 20-25 yıllık geçmişi olan gruplar 2000li yılların başında adlandırdı. Sonra internet siteleri ve forumlar çıktı. Herşey orada konuşulmaya başlandı. Hal böyle olunca "emniyet burayı takip ediyor beyler, birşey soracaksanız mesaj atın" cümleleri kurulmaya başlandı. Forum jargonu ayrı bir yazı konusu.

Bana göre kaybolan en önemli gelenek radyo günleridir. Maçların aynı saatler başlaması ve ekseriyetle gündüz oynanması ayrı bir tat verirdi. Birçok Türk filminde piknik yapılırken fondan ya bir türkü ya da radyondan anlatılan bir maç duyulurdu.(Bknz. Hasan ve Kadir İnanır)
Maçlar yayın saatlerine göre ayarlanınca ve akşam oynanınca bu gelenek değer yitirdi. İddia çıkınca da mikrofonların Gaziantep'te olmasını beklemek zaman kaybı oldu. Canlı skor siteleri daha revaçta oldu son yıllarda.
Eski mi yeni mi daha iyi diye sorarsanız her insan gibi eskiyi tercih ederim. Ama bu zamanın da güzellikleri mevcut. Mesela Yoğurtçu Parkı kadar önemli bir mekan Fenerbahçeliler için Sabiha Gökçen oldu. Biz Galatasaraylılar Burger King ve Opet'in arkasında saat 18.50'ye kadar takılmayı daha çok seviyoruz, saat 1600 da tribüne girmekten. Lig Tv kablolarını kesmek mümkün ama eskiden Trt'ye sıkar biraz.Devletle karşı karşıya gelmemek lazım. Sonuçta güzel oyun futbol. Seviyoruz ulan!

2 yorum:

Tutku dedi ki...

süper yazı olmuş gerçekten tebrik ederim :)

Adsız dedi ki...

Mükemmel bir yazı keyifle okudum,radyo günlerini çok özlüyorum özellikle pazar günleri ailece yemeğe gidilir ve yemek arsında arabaya biner trt yi açar maçları dinlerdik gol oluncada yemek masasına geri döner baba adanaspor mağlup diyincede hemen bu yönetimle olmaz zaten kesin düşer bu takım gibi klasik cümleler kullanılır bu arada demirspor naptı diye sorulur o da mağlup diyince tamam oğlum arabayı karıştırmayın dikkat edin denir ve tekrar arabaya döndüğümüzde mikrofanlarımız 5 ocak stadında derken kalbimiz güm güm atar ve arka fonda bir coşku sesi aha attık lan işte adanaspor beraberlik golünü 63.dk da sabotiç ayağından kazanıyor..soldan sıfıra inen ercanın ortasını düzgün bir vuruşla ağlara yollayan sabotiç karşılaşmada 1-1 lik eşitliği sağladı..akşam eve dönülür hemen spor stüdyosu izlenir..güzel günlerdi o yıllar...