Blog takip edilmezken sürekli bizi okuyan dostumuz Can yazı yazmak istedi. Ben de kırmadım tabi. Can bizden farklı olduğu için ayrı bir renk katacağına eminim. Bizim gibi fanatik değildir. Beşiktaşlıdır ama ne delirir ne çıldırır ne birilerinin başına stad yıkar. Çok sevimli küçük kardeşini "milli" yapmaya, İnönü'ye götürdüğü günü yazmış. İyi etmiş. Anılar uçar gider eğer yazıya dökülmezse. Anılar yok olmasın diye; bir Beşiktaş maç günü.
"Tarih 6 Ekim 2008, Pazartesi. Hacettepespor ile Beşiktaş uzun bir aradan sonra bir Süper Lig maçında, İnönü Stadı’nda karşılaşıyorlar. Bu futbol tarihi için istatistikî anlamı, bir de tabi bu maçtan sonra Ertuğrul Sağlam’ın istifa etmesi de başka bir veri. Benim için kişisel bir anlamı da var, tek kardeşimin İnönü’de izlediği ilk maç olma önemine sahip.
Hikâye kısmını geçelim. Biletlerimizi aldık bir şekilde ve Beşiktaş’ta babamızla buluştuk. Türkiye’de bir futbol maçı klasiği olan sokak köftelerinden yedik ve tribünlerde yerimizi aldık. Başlarda boşluklar olsa da doldu çoğu yer. Muhteşem bir tribün yine; durmaksızın, koşullar ne olursa olsun bağırıyorlar, belki kendilerini paralıyorlar. Neyse, bizim oturduğumuz yerde bir adam çıktı ortaya. Kumaş pantolon, boğazlı kazak ve kösele ayakkabısıyla, serçe parmakta koca taşlı yüzüğüyle tam bir tip. Adam yerinde duramıyor, insanları tezahürat yapmaya çağırıyor. Baktı sessiz sakin insanlar var tribünde, çıktı tribünün kenarını belirleyen duvarın üstüne, ileri geri yürümeye başladı! Dokunsan düşecek adam ama derdi o değil, insanların bağırıp çağırmaması. Yerinde duramıyordu adam, bir sağa bir sola… Maça da arada bir göz atıyordu tabi. İşte o arada yeni açık tribünün orta üst kısmından bağırmaya başladılar: “Ayağa kalkmayan Fenerli olsun!”. Bizim tribünde insanlar kıpırdanmaya başladı, adamımız bundan cesaret alarak konuşmaya başladı: “Beşiktaş maçındasınız siz, bağırsanıza! Maç izlemeye mi geldiniz, maç izleyecekseniz ne stada geliyorsunuz evinizde oturup izlesenize!(?!)”. Anlaşılan bizim tribündeki hareketlenme yetmemiş olacak ki bu sefer “Ayağa kalkmayan Bursalı olsun!”, diye bağırmaya başladılar. Adamımız durur mu, “Bakın Fenerli bile demiyor, Bursalı diyor! Duracak mısınız siz böyle?”. Durduk biz tabi, adam akıllı maçımızı izledik. Kâh heyecanlandık gol atacağız diye, kâh kahrolduk gol kaçtı diye.
Velhasıl-ı kelam Beşiktaş kazandı maçı ve bir oh çekildi. Ancak maçtan aklımda kalanlar Batuhan’ın ilk on birde sahaya çıkıp bir de gol atması ya da Hacettepespor’un goller kaçırması değildi. Aklımda kalan bir şehrin takımının taraftarı olmanın bir hakaret olarak kullanılması ve bunun ciddi bir şey olarak algılanmasıydı. Burada “Bursalı”dan çıkan anlam nedir tam karar veremedim bir daha düşününce. Bunun topluma açık bir yerde böyle açık açık yapılması kırıcı ve itici bir şey. Ben mi çok safım ya da çok mu ciddiye alıyorum, bunu da pek anlamış değilim.
Bağırmayan taraftarın kaba bir şekilde tribünden kovulması –mecazen de olsa- bu durumdan daha mı iyi daha mı kötü bilemiyorum, karar veremiyorum. Hadi Fenerbahçe, Fenerbahçeliler hariç diğer spor bireyleri tarafından az sempati duyulan bir takım. Artık bu ülkemde yerleşmiş bir şey, her ne kadar insanlar kültür seviyelerini artırdıkça bu “düşmanlık” sadece lig ve ülke çapında kalıyor da olsa. Uluslararası arenada her Türk takımı bizim takımımızdır, şahsi düşüncem; ama bu “Size Bursalı diyorlar, nasıl altında kalırsınız bunun?” da neyin nesi oluyor, aklım almıyor."
Hikâye kısmını geçelim. Biletlerimizi aldık bir şekilde ve Beşiktaş’ta babamızla buluştuk. Türkiye’de bir futbol maçı klasiği olan sokak köftelerinden yedik ve tribünlerde yerimizi aldık. Başlarda boşluklar olsa da doldu çoğu yer. Muhteşem bir tribün yine; durmaksızın, koşullar ne olursa olsun bağırıyorlar, belki kendilerini paralıyorlar. Neyse, bizim oturduğumuz yerde bir adam çıktı ortaya. Kumaş pantolon, boğazlı kazak ve kösele ayakkabısıyla, serçe parmakta koca taşlı yüzüğüyle tam bir tip. Adam yerinde duramıyor, insanları tezahürat yapmaya çağırıyor. Baktı sessiz sakin insanlar var tribünde, çıktı tribünün kenarını belirleyen duvarın üstüne, ileri geri yürümeye başladı! Dokunsan düşecek adam ama derdi o değil, insanların bağırıp çağırmaması. Yerinde duramıyordu adam, bir sağa bir sola… Maça da arada bir göz atıyordu tabi. İşte o arada yeni açık tribünün orta üst kısmından bağırmaya başladılar: “Ayağa kalkmayan Fenerli olsun!”. Bizim tribünde insanlar kıpırdanmaya başladı, adamımız bundan cesaret alarak konuşmaya başladı: “Beşiktaş maçındasınız siz, bağırsanıza! Maç izlemeye mi geldiniz, maç izleyecekseniz ne stada geliyorsunuz evinizde oturup izlesenize!(?!)”. Anlaşılan bizim tribündeki hareketlenme yetmemiş olacak ki bu sefer “Ayağa kalkmayan Bursalı olsun!”, diye bağırmaya başladılar. Adamımız durur mu, “Bakın Fenerli bile demiyor, Bursalı diyor! Duracak mısınız siz böyle?”. Durduk biz tabi, adam akıllı maçımızı izledik. Kâh heyecanlandık gol atacağız diye, kâh kahrolduk gol kaçtı diye.
Velhasıl-ı kelam Beşiktaş kazandı maçı ve bir oh çekildi. Ancak maçtan aklımda kalanlar Batuhan’ın ilk on birde sahaya çıkıp bir de gol atması ya da Hacettepespor’un goller kaçırması değildi. Aklımda kalan bir şehrin takımının taraftarı olmanın bir hakaret olarak kullanılması ve bunun ciddi bir şey olarak algılanmasıydı. Burada “Bursalı”dan çıkan anlam nedir tam karar veremedim bir daha düşününce. Bunun topluma açık bir yerde böyle açık açık yapılması kırıcı ve itici bir şey. Ben mi çok safım ya da çok mu ciddiye alıyorum, bunu da pek anlamış değilim.
Bağırmayan taraftarın kaba bir şekilde tribünden kovulması –mecazen de olsa- bu durumdan daha mı iyi daha mı kötü bilemiyorum, karar veremiyorum. Hadi Fenerbahçe, Fenerbahçeliler hariç diğer spor bireyleri tarafından az sempati duyulan bir takım. Artık bu ülkemde yerleşmiş bir şey, her ne kadar insanlar kültür seviyelerini artırdıkça bu “düşmanlık” sadece lig ve ülke çapında kalıyor da olsa. Uluslararası arenada her Türk takımı bizim takımımızdır, şahsi düşüncem; ama bu “Size Bursalı diyorlar, nasıl altında kalırsınız bunun?” da neyin nesi oluyor, aklım almıyor."
3 yorum:
italik yazıyı seviyorum ya :D
senin yazı karakterın o artık, alış ona...
Yorum Gönder