Cuma, Eylül 18

Caddebostan'da Uefa Gecesi


Deplasman maçlarını izlemek çok zor. İçerideki maçlarda tribünden birşey yaptığınızı sanarak kendinizi kandırabilirsiniz ama ekran başında böyle bir şansınız yok. Hele bir de futbolla ilgisi GS-FB mağlubiyetlerini bekleyip, yenilen takımı tutan arkadaşlarına telefon açmaktan ibaret olanların mekanlarda bütün topçulara saydırdığı 90 dakikalar hiç çekilmiyor.

Neyse ki bizim çevremizde böyle birileri yok. Muhakkak arada birbirimize taşıyoruz. Mesela maç öncesi Panathinakos şarkıları söyleyen Beşiktaşlı Barış'a gollerden sonra kol kaldırdım. Ama bunlar kendi aramızda olacak. Zaten Barış dediğim adam da salı günü United maçında kapalıda yer alan biri. İyi kötü kendi takımının peşinde olan biri. O nedenle beni maç öncesinde Panathinakos şarkılarıyla kızdırmaya hakkı vardır.

Toplu bir iftar sonrası maç telaşına girdik. İftar - maç arası oldukça kısaydı. O nedenle ilk golü göremedik ama Caddebostan'dan çıkan uğultuyu duyduk. Hamburg maçında mağlubiyetimizi bekleyip, 70 dakika sindikten sonra maç bitiminde sokağa dökülen Fenerbahçeliler stadyumda olduğundan olsa gerek, meydan az biraz bize kalmış tı. Fenerbahçe'yi temsilen bizle aynı kafede yer alan Önder Turacı vardı. Maçın ilk yarısını izledi, sonra da tahminen stadyuma doğru yola çıktı.

Bu arada Doğan hanedanlığı artık şaşırmadığımız bir işe imza atmış. İnsanlar evlerinde maçı ararken biz park yeri arıyorduk. O esnanda mektepli - Beşiktaşlı Nejat, "biz gidene kadar gol atar mıyız" dedi. Ben "yok artık"dedim, ama oldu

Maça 1-0 önde başlıyor artık Galatasaray. Erken gol alışkanlık oldu. Eskiden yenik kaldığımız süreleri hesaplardım, artık berabere geçen süreleri hesaplayacağız demek ki. Fakat bizi erken gole bu kadar alıştırmaları iç saha maçları ıçın sıkıntı olabilir. Kitlenen maçlarda gelmeyen goller Sami Yen'de uğultulara neden olabilir.

Şimdi maçtan bahsedelim. Galatasaray, iki "kolay" gol attı, Panathinakos biri direkten dönen olmak üzere birçok pozisyondan yararlanamadı. Bunlara bakıp bu maçı tamamen şansa bağlamak yersiz olur. "Kaleye vurmadan gol olmaz"ı boşuna hayat felsefesi edinmedik. Kaleye vurulacak ki, birilerine çarpsın gol olsun. Kaleye gidemezsen gol atamazsın. Eğer şanstan bahsedilecekse, Atina gibi zor bir deplasmanda ilk yarı bitmeden zorunlu değişiklik yapmaktan ve devşirme stoperlerle maçı tamamlamaktan bahsedebiliriz.

Gerçi artık Emre Güngör'ün maçların ilk yarım saatinde sakatlanması şans faktörüyle açıklanamaz. Bu bir alışkanlık oldu. Oysa yine iyi başlamıştı maça. Başka bir adam olsa bu kadar sakatlanıyor diye gözden çıkarılabilir ama Güngör öyle de değil. Ama illa bir Emre'den bahsedilecekse bu Aşık olmalı. Takımın kaptanı, nerdeyse 20 yıla ulaşan bir geleneğe yeniden imza attı. Zor bir deplasmanda, zor bir zamanda yine takımın en iyilerinden oldu. Kolundaki pazuband bir yenilikti ama bu yenilik farkedilmiyor, sanki her zaman o kolda varolan bir şey o bant.

Elano, Keita ve Kewell durgundu. Elano kötü günlerinde ama gol atıyor. Hazır olduğunda bakalım neler olacak. Kewell ise artık çok başka boyutlarda. Sahada tel tel dökülse bile oyunda olması lazım. Onun varlığı güven veriyor çünkü. Ekranlara yüzü yansıyınca bir rahatlama hiisediyoruz.

Balta iyidi. İçtiği sigaralar feda olsun, böyle oynasın yeter. Uğur bu takımın en sevilen ismi aslında. Ama kadroya giremiyor. İşin ironik tarafı belki de en sevilmeyen isim olan Sabri'yi kesemiyor. Ve Sabri böyle devam ederse onu kesecek kimse olamaz. Sabri sezon başından beri olduğu gibi yine çok iyi. Onu sağda kesemeyen Uğur ise solda oynadı. Kesiciliği ve mücadelesi iyidi. Ama çok yerde oynuyor. Çok kayıyor toplara. Genelde de kesiyor ama savunmacı fazla kaymamalı diye düşünüyorum. Hele bu bir bekse. Sabri'den Dani Alves yaratmak üzere olan Rijkaard, Uğur'a da çare bulacaktır.

Maçın sevindirici yönlerinden birini Berker söyledi. Takım Arda'sız da oynayabildiğini gösterdi. Bosna Hersek ve Estonya maçları olmasaydı BJK ve Pana maçları nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

Leo Franco için olumsuz görüş bildirenlerdendim. Yanılmışım. Yabancı kaleci istemememle alaklıydı bu. Fakat Leo, her geçen gün ne kadar yanlış düşündüğümü gösteriyor. Yalnız böyle kalsın, üzerine çıkmasın. Yoksa çok sevdiğim Mondragon'u unutacağız.

Son söz Baros'a. Muhteşem bir santrfor. Diyecek laf yok. Artık kendisini yere de atmıyor. Attığı golde, araya kaçışı, kaleciye çalımı çok şıktı. Kaçırdığı gollerde bile öyle bir çabası var ki, insan kızamıyor. Galatasaray'a geldiğinde "skorer" değil deniliyordu, geçen sene gol kralı oldu, bu sene golleri sıralamaya devam ediyor. Son 1 haftada 7 gol attı.

Güzel gidiyordu, son anlarda biraz sıkıntı yaşadık. Pana golünü attı. O esnada çalan şarkıyı duyunca herkes anılarını tazeledi. Fenerbahçe'nin 4 gollü mağlubiyet aldığı gün çalan şarkı , aradan geçen 7 seneye rağmen hala çalıyor stadyumda. Rivayete göre, Yunanlılar İzmir'e girince çalan şarkıymış, bize daha çok o maçı hatırlatıyor.

Yunan tribünleri beklediğimizden kötüydü. Ama sadece "beklediğimizden". Yoksa iyidi. Maç öncesi bir acı yaşamışlar onun durgunluğu vardı herhalde. İlk defa seslerini 15.dakikada duyduk. Sonra da susmadılar. Bir şehir efsanesi olarak duyduğumuz "Yunan tribünleri aralarına kız sokmyormuş"u teyit ettirmek için, sürekli tribünlere dikiz attık. Kız gören, "aha yalanmış, bak burada kız var" dedi. 2-3 tana hatun gördük evet. Yunan yönetmen de sapkın olmadığı için, devre arasında falan öyle Yunan kızlarına dikiz atan kameraman yoktu. Biz de kalabalıklardan seçtik anca.

Maç bitiminde mekan değiştirdik. Niye böyle bir şey yaptık bilmiyorum ama Fenerbahçeliler ve Galatasaraylılar olarak bir bölünme yaşadık aslında. Twente maçını başka bir yerde izledik. Bu sefer Fenerbahçeliler'in ağırlıkta olması beni biraz sıkıntıya soktu. Bu yazıyı yazmamı sağlayan da onlar aslında. Erk'in "eve gidip bu akşamı mı yazacaksın" sorusu aslında bu yazının ilk kıvılcımıdır. Fenerbahçeliler'in çokluğu nedeniyle ilk yarı bitince kaçtım oradan. Evin sokağına girdiğimde Fener gol attı. Eve çıkıp, yatağa uzanınca Berker'den mesaj geldi. Nkufo yazıyordu sadece. Twente ilk yarıda çok etkili değildi, 2 gol atması şaşırtıcı aslında. Maç öncesi konuştuğum Twente taraftarları bile umutsuz konuşuyordu.

Fenerbahçe maçı kaybedince huzur içinde uyuyabildim. Bu arada kimse Fenerbahçe'nin yenilmesini istediğim için saçma sapan şeyler demesin. Bir Fenerbahçeli'nin de Galatasaray'ın yenilmesini istemesini gayet normal karşılıyorum. O beni kızdırmıyor, bu da sizi kızdırmasın. Fenerbahçe yenilince de kimseyi arayıp "nasıl yendiler sizi lan" demiyorum. Bu sadece hissiyatla alakalı. Allah'ın bildiğini kuldan saklamaya gerek yok ve karşımızdaki insanı da kırmaya gerek yok.

Ve bir söz de "Twente zor takım" dediğim zaman "Twente zor diyorsan sen futboldan anlamıyorsun, bir daha senle futbol konuşmuyorum" diyen Hollanda Ligi uzmanlarına. Bana bir özür borçlusunuz herhalde. Onlar kendilerini biliyor.

Bu arada Recep Tayyip Erdoğan. Ne ayak varmış. Hamburg maçına geldi, 2-0dan maçı verdik, Kadıköy'e geldi, 1-0dan maçı verdi Fenerbahçe. Söylecek laf yok.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çoğu zaman fenerin mağlubiyetleri bir galatasaraylı olarak benim de hoşuma gitse de bu sefer cok da sevinemedim çünkü söz konusu olan bir konu da ülke puanıydı ve twente de ükle puanında çekiştiğimiz hollanda'nın bir takımı..