Pazar, Nisan 25

Beşiktaş 2-2 Sivasspor


Geçen hafta Hüseyin Göçek son düdüğünü çaldığı andan itibaren iğrenç bir ortamın içinde bulduk kendimizi. Ne kadar kafayı futbolla sıyıran biri olsam da ve ara ara taraftarlığın verdiği gazla fanatikliğin sınırlarını zorlasam da bu kadar bayağı bir hafta benim gibi bu muhabbetlere aşina olan birini bile rahatsız etti.

Bir hafta boyunca; penaltı kaçıran futbolcuyu şike yapmakla suçlayanı okuduk, federasyon bahçesine küreklerle gidenleri gördük, onları helikopterle çekenler vardı, 2004'teki Samsunspor maçını hatırlatanları dinledik, "yatış hazırlıkları" adı altında hazırlanan görselleri izledik, bir bileti 120 lira yapanları bir kez daha hatırladık, derbiyi kaybeden tarafın isyanını dinlemek varken, en azından bıyık altından gülmek varken, üste çıkmaya çalışanları gördük. Ve tüm bunlar futbolla ilgili programlarda, internet sitelerinde, gazete sayfalarında ve haber bültenlerinde yorumlandı. Bir şeyler yalnış gitmiyor mu?

Tanıl Bora veya Fuat Akdağ gibi geçmişinde takım tutup daha sonra "takım tutma" halinden sıyrılanları anlayamazdım. Yavaş yavaş hak vermeye başlıyorum onlara. Takım tutmak benim için şu anda hala çok güzel birşey. Çok farklı bir duygu. Sevgi, aşk veya herhangi bir kelime. Neyle doldurursan doldur. İnsana enteresan şekilde haz veren bir duygu bir takıma bağlanmak. Fakar artık çoğu insan için takım tutmak, "sevmek"ten çıkıyor.

Takım tuyorsan, koşulsuz şartsız kollayacaksın. Herkesi, herşeyi. Rakiplere sataşacaksın. Hakkını kendi çapında yedirmeyeceksin. Kulüp başkanı kameralar önünde, sen mahallede, baban iş yerinde, kardeşin okulda farklı renklerle "çarpışacak". Takım tutuyorsan bunlar senin görevin olacak. Ne yazık ki, bu hoşuma gitmiyor ve beni soğutuyor.

Bugün Beşiktaş maçına bu korkularla gittim. Şampiyonluğu 1 maç önce kaybeden bir takım, 1 haftalık sinir harbinden sonra her türlü çılgınlığı yapabilirdi. Artık onun gösteri zamanıydı çünkü. Bütün bir haftanın yansıması olabilirdi. Benim amacım o saldırganlığa aldırış etmeyip sadece futbol izlemekti.

Bugün tribünün sesinin, tribünün isyanının, tribünün şarkısının televizyondakinden, gazetedekinden, kulüp binasındakinden ve hatta belki de sokaktakinden bile daha samimi pşduğunu anladım. Önemli olan da odur aslında.

Bugün inanılmaz küfür vardı. 45 dakika boyunca Aziz Yıldırım'a sövüldü.Küfür çirkin birşey mi? Belki. Ama bütün bir hafta boyunca küfür etmeyenler, bugün küfür edenlerden daha saygılı ve daha kibar değildi kuşkusuz.

Küfür argodor, argo da bir isyandır. Böyle başlayıp devam edebilirim ama bu başka konu. Böyle bir futbol ortamı yaratanların, bir zaman sonra küfür yemeleri kaçınılmaz sondur. Bunu yasayla kuralla engelleyemezsiniz. Anca 31 hafta engeller, 32.hafta daha aşırı bir tepkiyle karşılaşırsınız. Tıpkı 2007'deki derbide olduğu gibi, bazı şeyleri 7 sene engeller, en sonunda hiç görmediğiniz bir dışavurum ile karşılaşırsınız.

Mesela şöyle diyelim, geçen sene Bülent Uygun şampiyonluğa giderken ne kadar tepki görüyordu, şimdi aynı konumda olan Ertuğrul Sağlam'a duyulan tepki (varsa) ne kadar. Yani küfür eden velki ahlaki sınırları zorluyor olabilir ama küfür yiyenin hiç mi suçu olmaz? Hep mi bu küfredenler suçlu? Ve sadece tribün cemaati mi bu ülkede küfür ediyor?

Bugün, geçen hafta canı yanan bir tribün rahatladı. Herkese sövdü. Kan akmadı. Bence bu daha iyi birşey. Tribünlerdeki potansiyelli kullanabilen kitle daha tirajik şeyler yapabilir. Bu ülkede, en azından benim yaşadığım şehirde bu pek fazla olmuyor. Kanı kaynayan binlerce genci bir hareketle, bir lafla yönlendirmek mümkün. Futbol sahasının dışındaki bütün çirkinliklere rağmen ve bütün o çirkinliklere tribünün tepkisi sadece aşırı küfür oluyor. Aslında bugün küfürle rahatlayan öfkeli bir kalabalık vardı. Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler.

Bütün bir hafta boyunca futboldan başka herşeyin konuşulmasına neden olan herkes payına düşeni aldı. Bazısı küfür yedi, bazına bela okundu. Mesela bela okumak; içinde küfür yoktur ama küfürden daha mı hoştur? Bunu da tartışabiliriz.

Futbol mu? Bu sefer de futbol konuşmayan biz olalım. Bir seferliğine. Küfür çirkin birşeyse şimdi de güzel şeyleri yazalım. Şampiyonluğu kaybeden takımı, şampiyonluğa giderken olduğu gibi meşalelerle karşıladı taraftarı. Penaltı kaçıran futbolcusuna aşırı bir sevgi patlamasında bulundu. Hocasına sahip çıktı. Takımı maç öncesinde de 2-2 biten maç sonunda da tribüne çağırdı. Gol kaçırma rekoruna giren Holosko'ya ahlar vahlar dışında tepki olmadı. Tribünün tepkisi de sevgisi de samimiydi.

Bu yazının bir yerinde Yücel'in adının geçmesi gerekiyordu. O da en sona denk geldi. Güzel, eğlenceli bir cumartesi akşamı oldu. Oturarak maç izledik, hatta izlemedik bile. 2-2 bitmiş. Zaten bçyle olması gerekmiyor mu? Keyifli, eğlenceli, kendini yormadan, fazla kaptırmadan. Yoksa bunun adı niye hobi, niye yaşam tarzı, niye sevgi?

2 yorum:

Beercholic dedi ki...

küfüre, zaman zaman etsem de aslında karşı olan biri olarak dediklerine hak veriyorum..
şiddetin olmaması için insanların kendini ara sıra küfür ile rahatlatması lazım..
hani çok klişe ama gerçekten 1 haftanın stresini kustu bjk taraftarı bu maçta..
ayrıca bende sana teşekkür ediyorum maçı daha çekilebilir kıldığın için, eheh..

Pamukk dedi ki...

bir de takımına oyuncusuna sahip çıktığı için, takımını yolda karşıladığı için bununla dalga geçen beyinsizler var.