Salı, Mart 17

Uğur Totem Dilek


Hamburg maçından bugüne kadar kendimde değilim. Hayatımın düzeni değişti. Aklım fikrim bedenim, ruhum perşembede. Trabzonspor maçı o gün saat 18.55'e kadar düşünmedim. Geceleri uyku düzenim şaştı. Haliyle buraya da bir şey yazamıyorum. Daha doğrusu yazıyorum, yazıyorum siliyorum.

Bordeux maçı öncesi çalkantılı bir dönemdi. Pazartesi hoca değişmişti. O gün baya yazmıştık. Salıdan perşembeye kadar bir şey karalamamıştım Galatasaray hakkında. Uğur denedim. Tavşan-dağ hesabından hallice önemli maç öncesi takımı yıpratmamak hesabıyla yazmadım. O maçtan alnımızın akıyla çıktık. Şimdi aynı atmosferin 2-3 misli. Yazacacak onlarca şey var. Ama birlik ve beraberliğe oldukça ihtiyacığımız olduğu şu haftada suyu bulandırmamak lazım.

Metrobüs başladığından beri işten eve trenle dönüyorum. Söğütlüçeşme istasyonunda beklerken Çamlıca'dan esen o meşhur rüzgarı hissediyorum. Karşımda Saraçoğlu. Hayallere dalmamak mümkün değil. Hiçbir şeyi istemediğimiz kadar istiyoruz belki de bu sene. Ama öyle bir durumdayız ki isteyen Dallas desin, isteyen Osmanlı Sarayı. Bir tarafta yokluklar sıkıntılar, diğer tarafta düşmanlar, bedbahlar, başka bir tarafta entrikalar,dolaplar. Böyle bir ortamda başka bir kulüp çoktan dibe vurmuştu. Ama perşembe günkü en büyük avantajımız bu durum. Arda da oynamayacak büyük ihtimal.

Öyle saçma bir ruh haline girmişiz ki, Uefa Kupası maçlarında takımı taşısın diye aldığımız dünyanın en iyi sol açıklardan biri, stoperde değil de sol açıkta oynayacak diye korkuyoruz. Bunun sonunda mutlu sona ulaşırsak bu hikayeyi film yapan bütün Oscarları toplar herhalde. Neyse işte sözün özü, perşembeye kadar Galatasaray yazmıyorum. Uğuru, totemi yine deniyorum. Aklım bir karış olduğu için başka şeyler de yazamam belki. Blog boş kalmasın diye böyle bir yazı bu da. Resim ise google'a "bekleyiş" yazınca çıktı. Tanrı kupayı bizim almamızı istiyordur inşallah.

Hiç yorum yok: