Perşembe, Nisan 30

Yorum Yok


Sadece şunu diyorum, zaten çok farklı şeyler yaşıyoruz kulüp olarak bir de şu habere bakın. İçerikten öte yüklemlere bakın, ondan sonra gel de komplo teorisi üretme.

"Eşi ve çocuklarına duyduğu özlem nedeniyle yeni sezonda İngiltere’ye dönmesi beklenen Harry Kewell’ın, eski hocası Michael Skibbe hakkında çok ilginç ifadeler kullandığı ortaya çıktı. Yöneticilerle ve kulübe yakın çevrelerle yaptığı konuşmalarda, teknik direktör Bülent Korkmaz’a sahip çıkan Avustralyalı yıldızın, “Takımdaki hiç kimse Skibbe’den çekinmiyordu. Hatta Skibbe’nin bazı oyunculardan korktuğunu gördüm. Ama Bülent Korkmaz gelir gelmez bu havayı değiştirdi. Takımda herkes ondan çekiniyor ve büyük saygı duyuyor. Yeni hocamız kaybolan otoriteyi baştan oluşturdu” dediği iddia edildi."

Bayan Basketbol Milli Takım Kadrosu


Eleme gruplarında sedece 1 yenilgi alarak 7-20 Haziran tarihlerinde Litvanya'da düzenlenecek olan Avrupa Şampiyonası'na katılacak olan milli takımın kadrosu belli oldu. Beckham Işıl ne yazık ki yok. Kadro şöyle:

Yasemin Horasan, Şaziye Karslı, E.Tuğba Palazoğlu, Bahar Çağlar, Esra Şencebe, Yasemen Saylar (Galatasaray), Tuğba Taşçı, Naile İvegin, Melek Bilge (Beşiktaş), Nilay Yiğit (TED Kayseri Koleji), A.Dilek Ünüvar (Tarsus Belediyesi), Hülya Özkan (Ceyhan Belediyesi), D.Gülşah Gümüşay (BOTAŞ Spor), Nihan Anaz (Samsun Basketbol)

İlk 2'ye girmemizi gerektiren C grubunda oynayacağımız maçların fikstürü ise böyle:

7 Haziran: Türkiye - Rusya

8 Haziran: Litvanya - Türkiye

9 Haziran: Türkiye - Sırbistan

Bayan basketten devam edelim. Lig finalini Samsun Basket'i deplasmanda 71-75 yenen Mersin BLD. ile Fenerbahçe oynayacak. Samsun'daki maçtan çok, Katie Smith'in maçı izlemeye gitmesi daha çok konuşuldu. Seri başlamadan önce daha çok ayrıntı yazarız. Yukardaki kadroya bu iki takımdan kimse dahil edilmedi. Seri bitince çağırılacaklar.

Şubelere İlgi



Üstteki iki gazete sırasıyla dünün ve bugünün Fanatik manşetleri. İlk sayfada "Fener Filede Şampiyon" diye bir haber var. Bayan voleybol takımı şampiyon oldu. Tebrikler. Ben de dün bir post ayırdım onlara. Bugun ise Fenerbahçe Spor Kulübü adı altında bir haber girişi var ilk sayfada. 3.sayfada yarım sayfa haber ve konuyla ilgili bir köşe yazısı. Kısa olarak anafikir futboldaki başarısılığı kapatmak. Ve tabi bunu yaparken "işte biz diğerleri gibi değiliz, amatör şubelere yer veriyoruz." demeler. Hafıza genel olarak balık tabi, yiyen yutan çok olur. Türkiye'de alınan kupalar için bütün sporculara bir daha tebrikler Ve bir soru? Peki siz Türkiye'nin bayan basketbolda gelen ilk Avrupa Kupası'na nasıl bir haber yaptınız? Onun cevabı da aşağıdaki resimde. Tam cevap alamayız ama. Ayrıntılar sayfa 10'da çünkü. Desteğiniz (!) bundan sonra da hep devam etsin...



Alem Tribün Görsün


Haftanın belki de sezonun maçı cumartesi günü Santiago Barnebau Stadı'nda oynanacak. Real Madrid ve Barcelona şampiyonluk yarışının en keskin virajını dönecek. 12 olan puan farkı şu an 4'e inmiş durumda. Real yenerse fark 1 olacak. Barcelona belki son 10 yılın en güzel top oynayan takımı. Real ise belki de son 10 yılın en güzel top oynayan ikinci takımı. 18 maçtan 17 galibiyet çıkarıp farkı indirdiler ve buraya kadar geldiler.

11'e 11'de Barcelona belki daha ağır basıyor olabilir. Ama cumartesi çok eminim ki inanılmaz bir Real Madrid tribünü izleyeceğiz ve bu sayede ciddi ciddi 12'ye 11 oynanacak maç. Yabancı hayranlığı yapmak istemem ama Türk tribünleri bu maçı dikkatle izlesin. Real Madrid İspanya'nın en büyük kulübü ve haliyle İspanya'daki en çok taraftar onlarda. Yani bizim 3 büyüklere benziyor. İstanbul tribünlerinin sık karşılaştığı "başarıya alışkın taraftarın tribündeki pasif durumu" ise yaşamıyorlar. Evet yenilgilerde tepki sert olabilir ama maç içinde bir suskunluk veya monotonluk ile stres olmuyor.

İspanya, dünyanın ateşli tribünlerinde ilk sıralarda olamaz. Ne Yugoslavlar gibi meşale yakarlar, ne İtalyanlar gibi koreografi yapabilirler, ne İngilizler gibi kavga ederler. Ama Real Madrid tribünü dünyanın bütün tribünlerinden ayrılan bir yeteneğe sahip. Takımına gol attırır, hatta şampiyonluğu getirir.

Biraz Hıncal Uluç olalım. Bu hafta kesinlikle uykucu besteler olmayacak Barnabau'da. İlk dakikadan itibaren Barcelona takımı ve hakem baskının içine girecek. Maç bitse de çıksak diye düşünecekler. Real futbolcuları her şutta, her pasta, her kayarak müdahelede alkışa boğulacak. Maç dakika dakika yaşanacak. Zaten puan farkının inmesi gibi romantik bir duruma, rakibin Barcelona olması eklenince 90 dakika tam konsnatrasyon bir tribün olacak. Mesela 2007 yılının BJK-FB ve 2005 yılının GS-FB maçlarındaki ev sahibi tribünler maç öncesi alınan alkolle maç saati konsantrasyonu kaybetmişti..

Dünyanın en "kulüp gibi kulüp" ü, en bambaşka takımı Real Madrid'in başarıya endeksli olduğu inkar edilemez tribünü cumartesi ders verecek bize. Bana göre dünyanın başarısına orantılı olarak en iyi tribüne sahip klübüne taraftar o maçı aldıracak. Yıllardır böyle oldu. İsterse Zidane,Figo olsun isterse Raul Bravo,Pavon bu tip maçlar kazanıldı. O şartta kim oynarsa o maç kazanılacak.

İnşallah kapak olmaz bana....

Dakika Dakika Heyecan


Saat 15:30
Samsunspor 38 - Erciyes 35 - Kartal 35 - Giresun 34 - Sakarya 33 - Güngören 32 - Malatya 29

Saat 15.32
Samsunspor 38 - Sakarya 36 - Erciyes 36 - Kartal 36 - Giresun 35 - Güngören 33 - Malatya 30

Saat 15.41
Samsunspor 38 - Kartal 38 - Sakarya 36 - Erciyes 36 - Giresun 35 - Güngören 33 - Malatya 30

Saat 15.42
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Sakarya 36 - Giresun 35 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 15.59
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 37 - Sakarya 36 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 16.03
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 37 - Sakarya 34 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 16.08
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 35 - Sakarya 34 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 16.45
Samsun 38 - Kartal 38 - Erciyes 36 - Giresun 35 - Sakarya 34 - Güngören 33 - Malatya 30

Saat 16.56
Samsun 38 - Kartal 38 - Sakarya 36 - Erciyes 36 - Giresun 35 - Güngören 33 - Malatya 30

Saat 17.00
Samsun 38 - Kartal 38 - Erciyes 36 - Giresun 35 - Sakarya 34 - Güngören 33 - Malatya 30

Saat.17.08
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 35 - Sakarya 34 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 17.09
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 35 - Sakarya 33 - Güngören 33 - Malatya 29

Saat 17.15
Erciyes 38 - Samsun 38 - Kartal 38 - Giresun 34 - Sakarya 33 - Güngören 33 - Malatya 29

Peralta'ya Mesaj


Gitmeden verdiğin kitabı okudum bitirdim. Geri dön de vereyim şu kitabı. Evde yer yok. İçindeki TJK kuponu da duruyor. Nihat Genç, Tamer Bağlan ve Jules Verne okumalarına başlamamız lazım. Senin de at yarışı yazman gerekiyor. Blog aleminde eksikliğin hissediliyor. Hep Mustafa Denizli, Raul Gonzales olmaz (Işıl Alben olur ama sen seversin), ne kadar anlamasam da biraz Ayabakan, Velociraptior falan lazım buraya. Sen gel de bizim Velo Can askere gitsin zaten. Salak askere gitmeyeceğini sanıyor hala... Gel ulan işte, şafak comoloko.

Çarşamba, Nisan 29

Şampiyonlar

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Erkek Takımı
Fenerbahçe Bayan Takımı

2001 ile 2009 Arasındaki 10 Benzerlik


Bu blogu sık sık takip edenler bilir ki 2000-2001 sezonuna bir tutkumuz var. Severiz o sezonu, 2001 baharını. Her ne kadar şampiyon Galatasaray olmasa da... O yılı, Fenerbahçe, Mustafa Denizli ile şampiyon bitirdi. Şimdi Mustafa Denizli Beşiktaş'ın başında, yine şampiyon olma ihtimali oldukça fazla. Türkiye'nin en kariyerli hocalarından birinin son kazandığı şampiyonluk sezonuyla bu sezon arasında benzerlikleri ortaya dökelim. Hem nostalji olsun hem bakalım tarih tekerrürden ibaret mi?

1-) Uzun Süren Şampiyonluk Hasreti: Mustafa Denizli 2000 yazında Fenerbahçe'nin başına geçtiğinde şampiyon Galatasaray'dı. Ezeli rakip 4 sene üst üste kupayı kazanmıştı. 4 senelik şampiyonluk hasretinin camiaya yanısması Galatasaray'ın başarılarıyla bir ömre tekabül ediyordu. 4 sene önce, 1996'da kazanılan şampiyonluk 1989'dan sonra gelmişti. Yani 11 sezonda kazanılan 1 şampiyonluk. Beşiktaş işe bu konuda daha sıkıntılı. 1995 yılından beri sadece 1 şampiyonluk kazanıldı. O da 100.yıl etkisiyle kazanılan bir zafer. 13 senede kazanılan 1 şampiyonluk camianın bu sezonki isteğini daha da arttırıyor.

2-) Başarısız Başkanlar: Mustafa Denizli, Fenerbahçe'de Aziz Yıldırım ile beraber çalıştı. Şu an belki de kamuoyu tarafından en başarılı kulüp başkanı olarak gösterilen Yıldırım aslında 2001 yılında son şansını kullanıyordu. Galatasaray'ın 3 şampiyonluğunda ve 1 Avrupa Kupası'nda Fenerbahçe Başkanı olarak onun adı yazıyordu. 2001 şampiyonluğu gelmeseydi belki de bugünleri aynı koltukta oturarak göremeyecekti. Zaten kazanılan zaferden sonra görevden ayrılıp daha güçlü bir şekilde geri dönmesi de uzun süre tartışılmıştı.

Bu sezon Mustafa Denizli, Yıldırım Demirören ile beraber çalışıyor. 2003 yılında yönetimde olan Demirören daha sonra görevinden istifa etmiş, 2004 yılında kaçan şampiyonluğun ardından istifa eden Serdar Bilgili'nin yerine başkan seçilmişti. 5 sezonda 2 Türkiye Kupası dışında somut bir başarı ortada yok. Ve belki de 2001 yılındaki Aziz Yıldırım gibi son şansını Mustafa Denizli ile kullanıyor.

3-)Yusuf Şimşek-Rüştü Rençber: 2001 yılında şampiyon olan kadronun kalesinde Rüştü vardı. O Rüştü 1 yaz sonra dünyanın en iyi kalecisi oldu. 2002 Dünya Kupası'nın yıldızı olarak Barcelona'ya gitti. Sonra Fenerbahçe'ye geri döndü ama 2007 yazında Beşiktaş'a geçti. Ve bu sezon Mustafa Denizli ile yollar bir kez daha kesişti. Bitti gözüyle bakılan Rüştü şu anda eski günlerinden çok farklı değil.

Yusuf ise çok farklı. Denizlispor'dan büyük umutlarla İstanbul'a gelen Yusuf beklentileri karşılayamadı. Yeteneklerine kimse bir şey diyemezdi ama en güzel yaşında farklı olaylara daldı. Yine de şampiyonluk maçında golünü atarak Mustafa Denizli'ye güzel bir hediye verdi. Yeteneklerine duyulan güven onu biraz daha Samandıra'da tutsa da Anadolu'ya geri dönmekte gecikmedi. Futbolunun son döneminde "küçük takımların büyük topçusu" sıfatından kurtulmak için bir kez daha İstanbul'a geldi. Hem de Trabzonspor, Bursaspor ve Beşiktaş'ı birbirine düşürerek. Gelişinden daha büyük olay oynadığı futbol oldu. Çoğu maçta puanlar onun sayesinde geldi. Son Eskişehirspor maçında attığı gol (asist demiyorum) bunun en gerçekçi örneği oldu.

4-) Doğu Avrupalı Yabancılar: 2001 sezonunda Fenerbahçe K.Andersson dışında kariyerli yabancılara sahip değildi. Fenerbahçe taraftarı için alışılmamış bir durumdu. 80li yıllardaki akım gibi Yugoslav kökenliler Kadıköy'ü doldurmuştu. Nicola Lazetiç, Milan Rapajç, Zoran Mirkoviç ve hatta Türk vatandaşı Mert Meriç ve hatta daha doğudan, Ortadoğu'dan, İsrail'den Haim Revivo şampiyonluk kupasının uzun bir aradan sonra Saraçoğlu'na getiren kadronun en önemli isimleri oldular.

Bu seneki Beşiktaş'ta da Doğu Avrupalılar ağırlıkta. Slovak Flip Holosko, Çekler Zapo - Sivok, ve hatta Alman Fabian Ernst. Doğu Avrupa'nın son temsilcileri olarak Beşiktaş'a geldiler ve mayıs ayına girilirken İnönü kapalısına şampiyonluk heyecanı yaşatıyorlar.

5-) Avrupa Kupası Maçı Oynamamak: Mustafa Denizli'nın Fenerbahçesi bir önceki sezon tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşadı. Haliyle 2000-01'de Avrupa Kupaları'na katılamadı. Galatasaray'ın o sene Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynaması maç yoğunluğu açısından sarı-lacivertli takıma avantaj sağlamıştı. Beşiktaş bu sezon Avrupa Kupaları'na katıldı. Geçen sezonun son haftasında 10 dakikada Manisaspor'a gol yağdırması olmasaydı o da olmayacaktı. Mustafa Denizli ise Avrupa Kupası'ndan elenen bir takımın başına geçti. Yani takımın başına gelmesi Kharkiv'den yenilen 4 golün sebebiydi. Hal böyle olunca Denizli yine Avrupa maçı oynamadan sadece lige odaklandı.

6-) Mayısın İlk Haftası İç Sahada Derbi Maçı: Fenerbahçe'ye şampiyonluğu getiren maç kesinlikle 6 Mayıs 2001'de oynandı. Fenerbahçe, Galatasaray'ı konuk etti. Kazananın şampiyon olacağı maçta Saraçoğlu ilk defa 42.000 kişiyi buluyordu. Taraftar desteğiyle saldıran Fenerbahçe, rakibini son dakikaları çok heyecanlı geçen maçta 2-1 mağlup etti. Forvet arkası oynayan Ali Güneş ve Yusuf'un golleri skoru 2-0'a taşıdı. Mustafa Denizli'nin kumarı tutmuştu.

Bu sezon mayıs ayının ilk pazarı 3 Mayıs'a yani bugünün 5 gün sonrasına denk geliyor. Mustafa Denizli bu sefer Beşiktaş'ın başında. Rakip Fenerbahçe. Ev sahibi Mustafa Denizli'nin takımı. Taraftar desteği arkada. Bakalım Mustafa Hoca bu sefer ne yapacak?

7-) 2 Deplasman Arası 1 Final: Daha önce yazmıştık, ayrıntısı burada. http://pivotsantrfor.blogspot.com/2009/04/2-deplasman-aras-1-final.html

8-) Son Maç Deplasman: Son haftaya kadar şampiyonluk yarışı sürer mi bilinmez ama sürerse Mustafa Denizli yine son maçta sıkıntılı bir deplasman maçı oynayacak. 2001 Mayısında Fenerbahçe'nin rakibi Samsunspor'du. İlhanlı,Tümerli, Ali Akdenizli takım 1-0 öne geçerek korku dolu anlar yaşattı rakibine. Ama Denizli maçı Revivo sayesınde 3-1'e taşıdı ve şampiyonluk geldi.

Fenerbahçe'nin yaşadığı o korku dolu anlar 2006'da son anlara kadar devam etti ve şampiyonluk verildi. O maç Denizli'de oynandı. Bu sezon Mustafa Denizli ve Beşiktaş son maçını yine deplasmanda Denizli Atatürk Stadı'nda oynayacak.

9-) Anadolu İhtilali: Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu 2000-2001 sezonunda şampiyonluk kovalayan takımlardan biri Anadolu'dandı. Gaziantepspor son haftalara kadar şampiyonluk yarışındaydı. Ama Kadıköy'de 3-0'dan maç verince bir rüya sona erdi. Bu sezon Sivasspor Beşiktaş'ın tek rakibi. 2001'den beri ilk defa bir Anadolu takımı şampiyonluğa bu kadar yaklaştı.

Manisyon Ödülü( 10'a tamamlansın diye) Yerli Mafya vs Brezilya: Bu biraz Galatasaray ile ilgili. Mustafa Denizli'ye puan tablosunda en yakın İstanbullu 2001 yılında da bu sezonda da Galatasaray. Ve Galatasaray aynı filmi iki sezonda da vizyona sokarak şampiyonluktan uzaklaşıyor.Birbirine çok benzeyen Jardel ve Lincoln olayları totalde en çok Mustafa Denzili'ye yaradı.

Salı, Nisan 28

18 Nisan 2000


Barcelona ile Chelsea arasında bana göre en unutulmaz maç. Bazıları Ronaldinho'lı, Mourinho'lu dönemde oynanan maçları daha çok beğenir. Ama 9 sene önce oynanan bu karşılaşma bence en güzeliydi.

İlk maç Londra'da 3-1 Chelsea üstünlüğüyle sona erdi. Yani Barca'nın tur için gol yemeden 2 gol atması gerekiyordu. Barca'nın başında Hollandalı Luis Van Gaal, Chelsea'nin başında ise yanılmıyorsam Gianluca Vialli vardı. Barcelona tam Hollanda-Katalan karması. Frank De Boer, Patrick Kluivert, Philippe Cocu, Ruud Hesp, Michael Reiziger ve hatta yolu Ajax'tan geçen Jerri Litmanen. Onların yanında Sergei,Gabri,Xavi,Abelardo ve bugünün hocası o günün kaptanı Pep Guardiola. Ayrıca maçın ve sezonun yıldızları Rivaldo ve Figo.

Chelsea Zola, Di Matteo, Petrescu, Wise'lı bir kadroya sahip. 4-5 ay önce Sami Yen'de 5 atan takım şimdi Camp Nou'da.

Barcelona hızlı başladı ve ilk golü 24.dakikada buldu. Rivaldo'nun kullandığı serbest atışta top Babayaro'ya çarptı ve filelere gitti. 45.dakikada Figo-Kluivert yapımı gol skoru 2-0'a getirdi. Soyunma odasına girilirken Barcelona istediği skora ulaşmıştı.

60.dakikada Barcelona tribünleri buz kesti. Tore Andre Flo skoru 2-1'e getirdi. Bu skor Chelsea'ye tur atlatacaktı. Barcelona'nın acilen gol bulması lazımdı. Katalanlar'ın bulacağı gol maçı uzatmaya taşıyacaktı. Beklenen gol 83'te geldi. Guardiola, Dani'ye adrese teslim bir orta yaptı. Skor 3-1 oldu, Barcelona coştu.

Bu coşkudan 2 dakika sonra Barcelona penaltı kazandı. Fransız Frank Lebouf, Hollandalı Kluivert'ı düşürdü ceza sahası içinde. İsveçli Anders Frisk beyaz noktayı gösterdi. Topun başına Brezilyalı Rivaldo geçti. Sambacının vuruşunu Ed De Goey kurtardı. Maç uzuyordu.

97.dakika herşeyi belirledi. Bu sefer Babayaro, Figo'yu düşürdü ve kırmızıyı yedi. Penaltı için yine Rivaldo geldi. Bu sefer attı golünü. Hep gol hem rakip 10 kişi. Son gol 104'te geldi. Kluivert attı. 5-1 yendi Barcelona. Ve yarı finale adını yazdırdı. Güzel maçtı. Olsa da izlesek, unutmuşum çoğu şeyi.

Haftanın Sözü


"Oynuyorum olmuyor, oynamıyorum maç sattın diyorlar. İsterlerse giderim. Zaten 10 kere gittim, 9 kere geri geldim. Bir daha giderim. Ben Kalkandere doğulmuyum."

Şadi Çolak'ın Kartalspor maçı sonrası söyledikleri bunlar. Kelimesi kelimesine doğru değil. Bulursam tam halini, düzeltirim. Ama anafikir bu. Enteresan bir topçu Şadi. Karadenizli. Çaykurspor'da parladı. Ordu'da taraftarın gözünde kral oldu, efsane oldu. En başarılı dönemini memleketinden en uzak yerlerde, Güneydoğu'da geçirdi. Urfaspor'da, Diyarbakırspor'da golleri sıraladı. Ama her seferinde Rize'ye geri döndü. Ve her seferinde bekleneni veremedi. Anadolu'nun Ronaldo'su. O bir fenomen.

İlk Şampiyon Bucaspor


Türkiye Ligleri'nin 2008-09 sezonundaki ilk şampiyonu belli oldu. Bucaspor TFF 2.Lig Yükselme Grubu'nun bitmesine 3 maç kala Tokatspor'u 1-0 geriden gelip 2-1 yenerek 1.Lig'e yükselmeyi başardı. Daha önce, değil bu sezonki takımı hayatımda hiç bir Bucaspor maçı izlemediğim için yorum yapmak istemiyorum. Tebrik etmek lazım sadece.

Kadrosunda ik genç yetenek Mehmet Batdal ve Veli Kızılkaya kadroda yer alıyor. Eski Ankaragücü futbolcusu Yılmaz Özlem, Bursaspor ve Altay'dan tanıdığımız Yakup Sertkaya, Sarıyer'in eski kalecisi Cenk Tekelioğlu bu takımdaki tecrübeli isimler. 6.000 kişilik stadı küçük ama kale arkası tribünü gayet baskı oluşturabiliyor. Yeni bir renk 1.Lig'e yükseldi. Seneye daha çok izleriz onları.

Fanatik, Federasyondan Daha İyi Biliyor


23.haftadaki Galatasaray - Bursaspor karşılaşmasının ilk golünü Volkan Bekiroğlu kendi kalesine atmıştır. O pozisyonda Baros'un topla teması dahi yoktur. Bu nedenle gol sayısı 18'dir.

Fanatik Gazetesi gol krallığı için yazmış bunu. TFF'ye bakıyorum. Gol Baros'un diyor. İnternet'te golü bir daha izliyorum, tamam Volkan'ın müdahalesi var ama Baros topa temas etmemiştir denemez. Maksat Milan Baros'u gol kralı yapmamak mı yoksa? Tamer Bağlan'a sormak lazım aslında. Milan Baros=19. Sevdiği takımından (GS değil) beklediğini bulmayan Baros hayranı Elif'e sesleniyorum. Herşeye rağmen gol krallığı Baros'un olacak, merak etme...)

Galatasaray 64-68 Fenerbahçe


3 maçta 10 sayı farka avantaja sahip olup bunlardan sadece birini kazanmak. İşte bir serinin daha sonuna denk geldik. Bu sezon Hamburg maçından sonra (- ki o maç herhalde son 10 yılda 1 numaradır) en çok üzüldüğüm maç budur herhalde. Göz göre göre verilen iki maçı da salondan izlemek bana nasip oldu. Galibiyet televizyon başında geldi. Acaba diyorum uğursuzluk bende mi? Yıllar oldu herhangi bir branşta canlı canlı Fenerbahçe galibiyeti görmeyeli.

Önce salondan başlayalım. Bayan basketbol takımı Avrupa Kupası almış, başarılı. Bazıları Galatasaray için en önemli şeyin Fenerbahçe’yi yenmek olduğunu söylüyor. Buna da eyvallah. Ulan madem öyle niye salona kimse gelmez. Dün iyi bir ortalama vardı ama bence yeterli değildi. Boş yer kalmamalıydı. 3500 kişilik salonu doldurmak için 2000 tane üniversite öğrencisi bulunamaz mı? Nerde internet alemindeki bu kalabalıklar? Tabi yönetimin de payı var bunda. İlk yarıda oynanan erkek basketbol maçına elinde biletle, kombineyle dışarda kalan insanlar olduktan sonra kolay olmuyor onları tekrar salonlara çekmek.

Maç öncesi, Bostancı’daki çatışma nedeniyle tribünde çevik kuvvete sevgi gösterileri yapıldı. Galatasaray tribünlerinde 10 yıldır yer alıyorum. Daha hala anlayamadım. Bir maç "kaskını çıkar" deniyor bir maç böyle. Tutarsızlığın son halkası. Acaba salondan çıkma gibi bir durum olsa nasıl bir tavır alınacaktı merak konusu. Maçta ise tribün iyi sayılırdı. Az ama özdü. İyi bağrıldı ama birşeyler eksikti. Neyse konu tribün değil.

Aslında maçı da nasıl yazaarım bilmiyorum. Devre arasında, perşembe gününe program yaparken maç sonunda sezonu kapattık. Işıl’ın sakatlığı bunun en büyük nedeni. İlk maçta “Işıl niye skora katkı yapmıyor, şut kullanmaktan korkuyor.” diye sormuştum. Artık okudu mu ne olduysa 3 tane 3 sayılık yolladı rakip potaya. 13 sayıyla oynarken sakatlandı devrenin bitimine 5 dakika kala. Ondan sonra da maçı verdik işte. Young ve muhteşem basketbolcu Augustus sayesinde maça tutunduk ama o kadar. 2’ye karşı 5 ne yapılabilir ki?

Şu istatistikler herşeyi ortaya koyuyor. En çok güvendiğimiz, geçen sene Caferağa’da coşan maskeli güzel Esra dışardan 7’de 0 içeriden 2’de 0, Tuğba dışarıdan 4’te 0, içeriden 3’te 0, ve tüm tepkilerin yoğunlaştığı Şaziye dışarıdan 3’te 0, içeriden 2’de 0. Yani toplamda 3 oyuncu 21’de 0. Koca bir sıfır. Hepsinin yeteneği sanki dün Işıl’da toplanmış. Ama Işıl, kelime oyunu yapalım, Aşil oluyor sanki. Takımı sırtlarken, çok iyi savaşırken olmayacak bir şekilde sakatlanıyor ve maç gidiyor. Üzülmemek elde değil.

Maçtan sonra takım tribüne çağrılıyor. Alkışlarla soyunma odasına dönüyorlar. Tribün durmuyor, bir daha çağırıyor. Soyunma odasından sadece 5 basketbolcu çıkıyor. Hepsi de ağlıyor. Yasemin,Esra, Young,Marina, Agustus. Ayağı basabilseydi Işıl da gelirdi. Koca takım 5 kişiyle geliyor. 3 tanesi yabancı. Canları sağolsun, futbol takımı hiç gelmiyor bazen. Her işte bir hayır vardır derler ya, buradan hayır yontalım kendimize. Sezonu Caferağa’da küfürler altında kapatmak varken, karşılıklı ağlayarak bitiriyorlar. Bu sezon camiaya iki kupa kazandıran kızlara kızmak mümkün olmuyor, bir kişi haricinde.

Şimdi önümüzdeki seneye bakma zamanı. Ve ilk icraat Şaziye’yi yollamak olmalı. Bu kadar ruhsuz bir sporcu görmedim. CV’de Fenerbahçe yazınca tepkiler ikiye katlanıyor. Daha önce rakip takımda oynamış olan biri kendini kanıtlamak için daha çok uğraşır normalde. İşte Servet,Ayhan,Tomas,Emre Aşık örnekleri. Şaziye takımı sabote etmekle eş anlamlı bence. Baliç kadar bile olamadı. Eğer bir gazeteye bu seri için bir başlık atsaydım, Şaziye 2 -Galatasaray 1 diye yazardım. Şaziye’den sonra yapılması gereken işlem, ne olursa olsun Agustusu bu takımda tutmak olmalı. Dün bir daha gördük ki erkek takımında bile sırıtmayacak bir fundamentale sahip. Bunları yazın daha çok konuşuruz.

Son bir söz Milliyet gazetesine. Bütün maç küfür edilmedi, arada iki kere patlanıldı hemen anonslar yapıldı. Son 6 saniye baya edildi evet. Küfür etmemek için kastık o kadar. Peki Milliyet ne yazmış: “Ev sahibi takımın taraftarları rakip takım aleyhine sürekli küfürlü tezahüratlar yaparken, özellikle Nevriye’ye yüklendi.” Erkek maçını yazmayanlar bunu yazınca yuh artık diyorum,ayıp diyorum.

Nazar Varmış Korku Varmış




Dünden sonra nazara inanmayan kalmış mıdır? Geçen seneden beri ülkemizde bayan basketbola ilgi arttı. Bunun miladı geçen sene oynanan final serisidir herhalde. Galatasaray ve Fenerbahçe, Türkiye’nin iki büyük kulübü, en büyük rekabeti parkede karşılaştı. Herşey vardı o seride. Tribünler doluydu, son maça kadar heyecan vardı. Deplasmanlarda alınan galibiyetler vardı, uzatmaya giden maçlar oldu. Son saniyede giren-girmeyen toplar insanları kalp krizinin eşiğine getirdi. İki takıma da gitti, geldi seri. İşte o esnada Fenerbahçe’ye her maç 10 sayıdan fazla atan bir Galatasaraylı herkesin gözdesi oldu. Üstelik bir Galatasaraylı olarak içimizden biri gibi konuşuyordu da.

Işıl bir anda bambaşka boyuta geçti. Yetenekli bir basketbolcu olduğu muhakkaktı ama yetenekli basktbolcudan yana sıkıntımız yoktu. İşte Işıl burada başka bir misyon yükledi kendine. Veya yüklendi. Bayan basketbolunun David Beckham’ı oldu. Ligin marka olan tek sporcusu. Ne WNBA oynayan yabancılar ne milli takımın değişilmez oyuncuları ne Avrupa – ABD kariyerli kızlar. Varsa yoksa Işıl. Galatasaray taraftarı tapıyor, rakip taraftarlar hem seviyor, öyle bir oyuncu kendi takımlarında olsun istiyor hem de kendi salonlarında en çok onunla uğraşıyordu.

Beyaz Show, Okan Bayülgen falan derken herkes tanımaya başladı. Kısa sarı saçları zaten bir fark yaratıyordu. İlginin doruklarındaydı artık. Bir bayan basketbolcunun bu kadar çok popüler olduğunu ben görmedim. Daha eski dönemde de olduğunu sanmıyorum. Üstüne bir de Avrupa Kupası kazanmak bunu ikiye katladı.

Ve işte tam 1 sene sonra. Yine bir Galatasaray-Fenerbahçe serisi. Bu sefer yarı final ama turu geçmek şampiyonluk kadar değerli. Seri 2-1. Galatasaray kendi salonunda 2-2 yapıp öyle gitmek istiyor karşı tarafa. Işıl Alben belki de sezonun en iyi maçını oynuyor. Kaybolan skorer kimlik yine ortada. Savunması canavar gibi. Ve işte olmayacak bir anda, kendi ribaunda koşarken, ekstra bir iş yapmak isterken sakatlanıyor. Kaçırdığı basket, maçta kaçırdığı tek basket. Oyundan çıkıyor arkadaşlarının kollarında. Maç dönüyor orada. Fenerbahçe 1o sayıdan maçı oluyor.

Asıl acı haber Işıl’dan geldi. 3-4 ay yok. Üstelik Galatasaray sağlık kurulunun elinde. Bir rüyanın sona erişi gibi hissediyorum. İnşallah yanılırım, döner geri aynı şekilde. Hala nazara inanmayan var mı?

Pazartesi, Nisan 27

Hey Maşallah


İşler yoğun, yazamıyorum. Ama bunu yazmadan da olmaz. Gündem soğumadan. Dün çok güzel bir beraberlik aldık. Çok rahatladım. Mayıs ayını rahat geçireceğiz. Dün gördük ki eğer o golü yemeseydik mayıs ayında kel kalacaktık.

Yıllardır Galatasaray'ı izliyorum, ilk defa izleyesim gelmiyor. Hem oyun olarak hem de futbolculara duyuduğum güvensizlik nedeniyle. İşte maçın kırılma anı. Baros çıkıyor, Hasan giriyor. Şu kare de benim Bülent Korkmaz sevgimdeki kırılma anıdır. Hasan hiç üzerini değiştirmeden oyuna girse birşey demezdik. Ama şunu görünce "yok artık."diyorum. Bir futbolcuyu bu halde görsen, "dur koçum girme sen oyuna" demek lazım.

Sezonun kırılma anı, Baros'un Kocaelispor maçında kaçırdığı penaltı oldu. Hatta uzun vadede daha iyi irdeleriz, belki de önümüzdeki 10 yılın kırılma anıdır. Dün aynı Baros oyundan çıktı. Galatasaray'da yıllar sonra ilk defa, golü at yat taktiği yapıyor. Bunu Luce de yapardı, onu da beğenemzdim. Ama o takımın oyuncuları sonuna kadar savaşırdı ve hiçbirinden göbek yoktu. Sergen dahil..

Pazar, Nisan 26

Göresim gelmiyor...

Spil Dagi... Zehir ettin askerliği ama halıya basmaya 20 gün kaldı, kapıdan çıkmadan sana dönüp kalayı basacam haberin olsun...

Bu 10 Numara Kim?


Sırtı bize dönük. Elleri belinde. Top rakibin ayağında. Sanki küçümser gibi alaycı bir ifadeyle bakıyor. Neler yapabileceğini herkes biliyor. Ama en kötüsü yeteneklerının en çok o farkında. Top ayağında olan bizim bakanımız. Sırtı bize dönük olan Polonyalılar'ın bakanı. Bizim ise yani 80'lerin ortasında doğup, 90'ların başında Galatasaray ile aşina olan Galatasaraylılar'ın ilk göz ağrısı. Roman Kosecki.
Antalya'da parlementolar arası düzenlenen turnuvaya katıldı. Polonya, bizim vekilleri 3-1 yendi. 3 golü de Kosa attı. Yıllar sonra Kosa golleri izlemek. İster hain desinler, ister demesinler. Kosecki gol atsın diye izledim maçı. 3 tane yetmedi ama olsun.
Bir de fotonun böyle olduğu yanıltmasın. Baya göbek yapmış. Tek değişiklik o. Hala sempatik, hala çamur, hala yakışıklı. Bir pozisyonda hakeme "ben faul yapmadım, göbeğim çarptı." dedi. Yine topu attı,deparıyla yakaladı, ceza sahası dışından şut salladı, hakemden penaltı istedi, yine rakiple didişti, itişti.. Maç sonunda "we are arkadaş" dedi. Finale çıktı Polonya. Çok da tın. Kosecki'nin bir maçı daha var, o yeter bize.

Cumartesi, Nisan 25

Coppa Italia


İtalya Kupası’nda da finalistler belli oldu ve bir gelenek sona erdi. 4 senedir oynanan Roma-Inter finali bu sene oynanmayacak. Ama bu sene de finalde bir Roma takımı yer alıyor. Lazio, Juventus’u Çarşamba günü elemişti, Perşembe günü ise Sampdoria yenilmesine rağmen Inter’i elemeyi başardı. Kısaca finalin adı Lazio-Sampdoria.

Roma takımları ligde şampiyonluğa hasretler ama üst üste 7. defa finale takım gönderiyorlar. Genova şehri finallerle bu kadar içiçe değil. En fazla kupa kazanan takımlar Roma ve Juventus. Sarı-kırmızılı takım son iki senede kazandığu kupalarla rakibini yakaladı. En fazla kupa kazanan şehir ise Torino. 14 kez kupayı kazanan kuzeyliler bu sene Lazio kazanırsa zirvede yalnız kalmayacaklar.

İki takım daha önce finalde karşılaşmadı. İki şehir ise ilk defa 1986 yılında karşılaştı. Roma, Sampdoria’yı 2-1’in rövanşından 2-0 yendi. 1991 yılında iki şehir ve iki takım bir daha karşılaştı. Kazanan yine başkentliler oldu. 3-1 ve 1-1’lik skorlar AS Roma’nın 2007’ye kadar süren 16 yıllık kupa hasretini de başlatmış oldu.

Sampdoria 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında İtalya’da ve Avrupa’da fırtına gibi esiyordu. Bu, kupa macerasına da yansıdı.1946 yılında kurulan kulüp, tarihinin ilk kupa finalini 1984-85 yılında oynadı. Rakip Milan’dı. İki maçı da kazanan Sampdoria ilk finalinde kupaya uzandı. Bir sene sonra Roma karşısında kaybeden takım 1988 ve 1989 yılında iki kere üst üste kupayı kazanma başarısını gösterdi. Burada bir not düşelim, kupayı 3 kere üst üste kazanma başarısını gösteren takım henüz yok. 1989 yılında kazanılan kupanın sonu ise daha da mutlu bitti. Avrupa Kupa Galipleri Kupası’na katılan takım, o sezon Avrupa Şampiyonu olarak ülkesine döndü. 1990 Kupa Galipleri Şampiyonu Sampdoria ile 1992 şampiyonu Bremen ve 1989 sezonu şampiyonu Barcelona’nın bu sezon kendi ülkelerinde kupa finali oynayacak olmaları da hoş bir tesadüf oldu. 1991 şampiyonu Manchester United da geçen hafta yarı finalde Everton’a elenmeseydi çok daha güzel olabilirdi.

1989 yılından sonra Sampdoria iki kez kupa finali oynadı. 1991 yılında ,İtalya şampiyonu olduğu sezonda, Roma’ya yenildi, 1994 yılında ise Ancona’yı geçerek şampiyon oldular. 0-0 biten maçın sonrasındaki skor 6-1’di. Bu da finalde alınan en farklı skor olarak tarihe geçti. Kupa tarihinin en gollü finali ise 2007 yılında oynandı ve Roma, Inter’i 6-2 mağlup etti. Sampdoria 15 sene sonra ilk kez finale yükseldi.

Lazio ise ilk finalini 1958 yılında oynadı ve Fiorentina’yı 1-0 mağlup etti. Dünya Savaşı ve iç savaş döneminde oynanmayan kupa yeniden oynanmaya o sene başladı. O seneki final tek maç üzerinden oynanıyordu. Finaller 1983 yılından beri çift maç üzerinden oynanıyor.

Lazio 1961 yılında bir kez daha finale yükseldi. Rakip aynıydı ama bu sefer Fiorentina’ya 2-0 kaybetti. 37 sene boyunca da finale yükselemedi. Hasret 1998 yılında sona erdi. Rakip AC Milan’dı. 0-1 ve 3-1 biten maçlar sonunda kupa Roma’ya geldi. Bu da Lazio’nun Kupa Galipleri Şampiyonu olduğu maratonun başlangıcı oldu. Kazanılan, son Avrupa Kupa Galipleri Kupası’ydı. 2000 yılında Lazio bu sefer başka bir Milano takımını, Inter’i saf dışı bıraktı. 2-1 ve 0-0 onun kupayı almasına yeten skorlardı. 2004’te ise Lazio’nun kurbanı bu sefer Juventus oldu. 2-0 ve 2-2 Lazio’ya yetti. Yani oynadığı son 3 finalde İtalya’nın en başarılı 3 takımını alt etti Lazio. Hedef bu sefer Sampdoria.

Fenerbahçe 89-62 Galatasaray


Maçı anlatmaya gerek yok. Kadro kalitesi zaten maçın öncesinde ibreyi çubukluya yöneltiyordu. Belki bir mucize olur diye düşündük ama olmadı. Maçın görünen yıldızı bence Ömer Onan'dı, onun hakkında sonra bir iki kelime edeceğiz. Ama saygıyı hakeden isim Damir Mrsiç. Ona ayrı bir yazı da bu yazının sonunda. Solomon dönüş maçında bekleneni veremedi denilebilir belki. Ama çok ihtiyacı olmadı Fenerbahçe'nin zaten. Ülkemize gelen skorerlerden kendisini ayıran farkı savunması. Onu yapması yetti zaten. Oğuz Savaş her zamanki gibiydi. Emir ve Gricek bence sönük kaldı ama özellikle Emir'i beğenen çok çıktı.

Galatasaray ise düşüşe devam ediyor. Yabancılardan beklenen verim alınamıyor. İlk 4 sıra kaybedilir mi bilmiyorum, ama 2 ay öncesinde zirve hesapları yapan takımın bu hale gelmesi oldukça şaşırtıcı. İnsan "Murat Özyer kalsaydı ne olurdu?" diye sormaktan kendini alamıyor. Geçen hafta Beşiktaş maçında her atılan girmişti. Bu sefer öyle olmayacağı ve karşıda Fenerbahçe'nin olacağını belirtmiştik. Korktuğumuz başımıza geldi. Geçen hafta tek devrede 63 sayı atan takım bu maç sonunda aynı sayıya ulaşamadı. Galatasaray için tek sevindirici taraf Altay'ın biraz daha katkı yapması. Bakalım ileride nerelerde olacak? Sağlık olsun ve önümüzdeki maçlara bakalım.

Şimdi gelelim Fenerbahçe tribünün küfürlerine. Kesinlikle Fenerbahçe taraftarına bir şey söylemiyorum. Bu derbidir ve küfür olacaktır. Biz de ediyoruz, onlar da. Yani aynıyız. Ama nedense bize takınılan tavır ile onlara yapılanlar aynı olmuyor.

Bu kadar küfür kesinlikle Ayhan Şahenk'te olmazdı. Çünkü 2.periyotun başında salondan çıkartılırdık. Dünkü maçta ilk anons devrenin bitmesine 2 dakika kala geldi. Bizde tribünlere kulak kesilen hakemler bu sefer 10.000 kişiyi duymamayı başardı. Aynı şekilde İpekçi'de, A.Cömert'te, A.Şahenk'te bırakın saha içini, ilk 2 sırayı boşaltanlar saha içinde, benchin arkasından 40 dakika boyunca yapılan tacizlere bir şey demedi.

Ve aslına işin en üzücü tarafı kamuoyuna yansıtılışı. "Fenerbahçe tribünlerinde küfür yok" yargısı nasıl yerleşti bilmiyorum. Yok birbirimizden farkımız evet, ama bunu niye dillendirmiyor kimse. Fenerbahçe taraftarı küfür etmiyor ama Galatasaray taraftarı 19 Mayıs'taki hep vahşi. Nedense böyle gösteriliyor. Bu sayede her geçen gün 19 Mayıs 2007 anlam kazanmaya devam ediyor. İnşallah yine bu şekilde bir başkaldırı yapabilir bizim tribün.

Fenerbahçe tribünlerinin "salon boşaltma tedirginliği" yaşamadan maçı izlemesinin tek nedeni bence yönetim farkıdır. Fenerbahçe yönetimi kılına zarar gelirse dikleniyor. Oysa biz, ilk maçta yaşandığı gibi elimizde bilet olduğu halde kendi salonumuza giremiyoruz. O halde polis çıkarttığı zaman kimse umursamaz. Fenerbahçe taraftarı rahatça küfür edebilmesini sağlayan Aziz Yıldırım'ı ve yönetimi istifaya çağırdı dün. Bu da oldukça ironikti. Herşeyi tam bilmesek de anlatılanlar kadarıyla Fenerbahçe taraftarının haklı olduğunu düşünüyorum. Ama biraz aşırıya kaçınca tepki çekebilirler. Bunu başka zaman tartışırız.

Ve Ömer Onan. Maçın yıldızı ama saygıyı haketmiyor. Çünkü dünkü maçta olan bitene rağmen "Maçın bir diğer güzel yanıda küfür v.b şeylerin bizim sahamızda yaşanmayışıydı." diyebildi. Bravo diyorum sadece. Galibiyet için tebrik ediyorum. Temiz ve hakedilmiş bir maç oldu.

Sen Nesin Mrsiç


Olamaz böyle bir insan, böyle bir sporcu. Fenerbahçe'de spor yapıp takımımda olmasını istediğim tek adam odur. Damir Mrsiç. Dün yine acayipti. Oynadığı süre 9 dakika, attığı sayı 9. 4 şut attı dışarıdan, 3 tanesi girdi. İçerden denemedi. Gerek kalmadı zaten. 37 yaşında bu adam. Hani bazı sporcular için bir laf denir ya. Mesela Hagi'ye derler: "Hiç oynamasın, son dakikalarda girsin bir frikik atsın yeter." Fantazi bir dilektir bu, herkes bilir söyleyen dahil. Ama Mrsiç bunu gerçekleştiriyor şu an. Kenarda duruyor. Oyun sıkışınca veya takım yorulunca oyuna giriyor, sallıyor şutları tribünü coşturuyor ve tekrar benche geri dönüyor. 15 seneye yakın İstanbul salonlarında basketbol izliyorum. Naumoski'den sonra izlediğim en iyi adam. Her türlü saygıyı hakediyor. Her ne kadar her maç bizi boş geçmese de hala daha izlemek isterim, allah onun gibisinden bir tane de bizim takıma nasip eder inşallah.

Cuma, Nisan 24

Ne Desem Şimdi


Inter, Sampdoria'yı yendi ama elendi. Maç sonu bu kare çıktı ortaya. Finalist Sampdoria takımının en büyük yıldızı Cassano ile İtalya'nın en çok konuşulan adamı, kaybetmeyi hazmedemeyen ama dün gece kaybeden Mourinho maç sonrası bir araya geliyorlar. Ne diyeceğimi bilemedim. Artık Milanlılar ve Genoalılar bir pankart hazırlar.

2 Deplasman Arası 1 Final


Kupa Finali hakkında ilerleyen zamanlarda daha çok konuşuruz. Şimdi biraz nostalji yapalım. 2 deplasman arası oyanan finali hatırlatalım. Efsane sezon diyerek defalarca andığımız 2000-01'e bir yolculuk yapalım.

Bu sene kupa finali 13 Mayıs'ta oynanacak. Yeri belli değil ama İzmir ve Kayseri arasında gidip geliyor ağır abiler. Beşiktaş'ın fikstürü çok enteresan bu açıdan. 10 Mayıs'ta Ankaraspor ile 17 Mayıs'ta Ankaragücü ile oynayacak Beşiktaş. İki maç da Ankara'da. Yani takım İnönü'den bir çıkacak pir çıkacak ve sezonun düğümünü dışarda oynayacağı 3 maçla çözecek.

Bu durumun benzeri 2000-2001'de de yaşanmıştı. O zaman bu duruma düşen takım Fenerbahçe'ydi. Beşiktaş'ın bu senenin finalindeki rakibi. Ve asıl ilginç tesadüf o Fenerbahçe ile bu Beşiktaş'ın başındaki kişi aynı: Mustafa Denizli.

Bazı futbol ulemaları bu sezona "en zevkli sezon" desin bizim için 2001 baharı bambaşkaydı. Galatasaray şampiyonluğu kaybetmişti belki ama o sene yaşadıklarımız herşeye değerdi. Özele kaymasın. O sezon ligde 3 takım çekişiyordu. Fenerbahçe, Galatasaray ve Anadolu İhtilali'ni yapmaya bu sezonki Sivasspor'dan daha çok yaklaşan Gaziantepspor. Ligde ve kupada devam eden ise Fenerbahçe takımıydı. Bu sezon mayıs ayında Beşiktaş'ın başına gelecek olan durumu Fenerbahçe nisan ayında yaşamıştı.

Nisan ayının ilk gününde Kadıköy'de Adanaspor'u 4-0 yenen Fenerbahçe bahara umutlu başladı. Golleri yarı yarıya paylaşarak Ali Güneş ve Milan Rapajç attı. Aynı hafta Galatasaray derbide Beşiktaş'ı Jardel ve Serkan ile geçerek Real Madrid maçına hazırlanmaya başladı. Fenerbahçe ligde lider, Galatasaray 6 puanla ve bir maç eksiğiyle arkasından geliyordu. Gaziantepspor da sarı-kırmızılı takımla aynı puandaydı. Nisan ayı böyle başlamıştı.

O maçtan sonra Fenerbahçe'nin zorlu fikstürü başladı. Mustafa Denizli zorlu virajın öncesinde, " İstanbul'a 6 puan ve 1 kupayla döneceğiz." dedi. İlk maç Denizlispor maçıydı. 5 sene sonra aynı stadyumda şampiyonluğu kaybedeceğini bilmeyen Fenerbahçe umutlu gitti Denizli'ye. 7 Nisan'da oynanan maça Denizlispor; Süleyman Küçük, Ali Tandoğan, Hakan Çimen, Abdel El Saka, Mohammed Youssef, Tolunay Kafkas, Ahmed Hassan, Levent Kartop, Timuçin Beyazıt, Coşkun Birdal ve Malili Colibali 11'iyle çıktı. Bu kadroyu Fenerbahçe'nin karşısına çıkaran isim Yılmaz Vural'dı.
Fenerbahçe Oğuz,Ali Güneş, Mustafa Doğan, Zoran Mirkoviç, Celil Sağır, Haim Revivo, Milan Rapajç, Mert Meriç, Samuel Johnson, Nikola Lazetiç ve Serhat Akın'lı kadroyla çıktı. Maçın başında Johnson ile öne geçen sarı-lacivertliler önce A.Hassan'a sonra da Coulibali'ye engel olamadı ve 2-1 mağlup ayrıldı sahadan. Maçtan sonra Vural "bu takımı bana verin 3 sene üst üste şampiyon yaparım." dedi. Yılmaz Hoca'ya hala büyük takım verilmedi. Mustafa Hoca 8 sene sonra yeni bir takımla yeni macerasında. Fenerbahçe için bu kayıbın tesellisi Yozgat'tan gelen haber oldu. Real'i 2-0 geriden gelip 3-2 mağlup eden Galatasaray, Yozgat karşısında zor anlar yaşadı. Figo'ya, Raul'a dur diyen takım Ayew ve Preko karşısında döküldü. Şampiyonluğun diğer adayı Gaziantepspor, Ç.Rizespor'a 2-1 mağlup olunca puanlar aynı kalmıştı. Fenerbahçe'nin kaybettiği bir şey yoktu yani. Kazandığı ise şampiyonluk yolunda yeni bir rakipti. Erzurumspor'u mağlup eden Beşiktaş liderin 9 puan gerisinden gelip son kozlarını oynayacaktı.

11 Nisan'a geliyoruz. Muhteşem bir gün. Sadece ben yaşadıklarımı anlatsam bu yazının iki katı kadar yazı çıkar. Gün önce Saraçoğlu'nda başladı. Galatasaray erteleme maçında İstanbulspor ile karşılaştı. Bugün hala konuşulan maçın ilk 15 dakikasının sonunda skor 2-2 olmuştu. Önce Sertan attı, Arif cevap verdi. Sonra Alban Bushi attı Serkan cevap verdi. Arif'in Hat-trick yaptığı maçta kazanan 5-3'lük skorla Galatasaray oldu. Tribünlere giriş çıkışlar, yaşananlar ayrı bir yazı konusu. Ama biz asıl konuya geri dönelim. Fenerbahçe aynı saatlerde Kayseri'de şimdi olmayan Atatürk Stadı'nda yıllardır süren (şimdi hala süren) kupa hasretini dindirmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Kayseri'deki maçta Fenerbahçe'nin rakibi Samet Aybaba'nın Gençlerbirliği takımıydı. Denizlispor maçında olmayan Baliç, Andersson ve Rüştü bu maçta sahadaydı. Denizli deplasmanında golünü atan o senenin yıldızı Sameul Johnson yine golünü attı. Maç onun golüyle başladı ve yine ardından rakipten 2 gol geldi. Önce Mbayo, sonra da Rüştü'nün korkulu rüyası Ümit Karan attı. Normal sürede son sözü Andersson söyledi. O sezon sakatlığı nedeniyle takımdan uzak kalan ama Serhat'ın oynamasına vesile olan İsveçli skora dengeyi getirip maçı uzattı. Uzatmalarda gol olmayınca kupa galibini penaltılar belirledi. Alkaralar Andre Kona, Tolga Doğantez, İsmail Güldüren ve Thomaz Zbedel'in sayılarıyla kupaya uzandı. Maçın yıldızı ise 90 dakika içinde coşan, penaltılarda ise nirvanaya ulaşan kaleci Patrick Nijs oldu.

Kupayı Kayseri'de bırakan Fenerbahçe, ligde de puan farkı 3'e inmiş bir şekilde haftasonu Ankaragücü karşısına çıktı. Ersun Yanal'ın baştan yarattığı Ankaragücü o sezonun ikinci yarısında ters gelecek bir futbol oynuyordu. Ve bu deplasmanda da Mustafa Denizli umduğunu bulamadı. Türk Futbolu'nun kült isimlerinden Cafer Aydın'ın 2 golüne Fenerbahçe sadece kaptan Ogün'le cevap verince puansız ve kupasız İstanbul'a döndü.

Ankaragücü'nün daha sonra Galatasaray'a hazılardığı süpriz, Fenerbahçe'nin bu maçtan 1 hafta sonra oynadığı ve yine mağlup duruma düştüğü maçı, 6 Mayıs 2001'i yazmıyorum. Onların konuyla alakası yok, Mustafa Hoca'nın daha önce yaşadığı şeyi bir kez daha hatırlatmak istedim. 1 haftada 3 deplasman. Güzel seneydi 2001, benzerlerini yaşamak nasip olsun....

Fenerbahçe - Galatasaray Maç Öncesi


Bugünün en önemli spor olayı akşam oynanacak derbi. Fenerbahçe, Abdi İpekçi'de Galatasaray'ı konuk edecek. Bir aksilik çıkmazsa salondaki yerimizi alacağız. Biletleri önceden aldık. İlk yarıdaki maça da aynı kadroyla elimizde biletlerle gitmiştik ama yönetimimiz elimize vermişti tabir-i caizse.

İpekçi ve Şahenk arasındaki farkın yanında iki kulübün yönetimlerindeki fark da etkili ve bugün böyle bir sıkıtı yaşamayız. Ama Fenerbahçe yönetiminin başı ağrıyacak. Galatasaray tribünün olmadığı yerde Fenerbahçe kendi içindeki hesaplaşmalarına yoğunlaşabilir. Yıllardır İpekçi'de pota arkasında yer alan GFB bu maçta yan tarafta olacakmış. Yönetime olan protestolar burdan devam edecekmiş. Maçın son periyodunda da kopma olacağını tahmin ettiğim için, bize 3-5 küfür salladıktan sonra kendi aralarındaki sorunların çözümüne başlarlar.

Basket maçı diye geçiştirmemek lazım. Bu gün yaşanacak herhangi bir şey Fenerbahçe'nin geleceğini değiştirebilri. Veya bizim basketçilerin orada alacağı süpriz bir galibiyet futbol takımını şampiyon yapabilir. Zaten spor kulübü demek bu demek.
*******
Maça gelirsek. Fenerbahçe yüzde 99 kazanacak maçı. Yüzde 1'lik ihtimal şöyle gerçekleşir. Solomon'un her attığı çemberden seker. Hüseyin, Oğuz ve Ömer'e rağmen her ribaundu alır. Hosley'in her attığı girer. Mrsiç ısınırken ayağını burkar. Griçek etkisiz kalırsa, Cüneyt geçen sene oynanan maçtaki gibi yağdırırsa alırız maçı.

Bu maçı cuma gününe alan federasyona tebrkileri yollamayı da ihmal etmiyorum. Şu günden sonra başta İsmet Badem olmak üzere kimse çıkıp "basketbola ilg gösterilmiyor, futbolun peşinde koşuyor kitleler, yoksa basketbol daha zevkli" vs... anafikirli cümleler kurmasın. Ülkenin en önemli iki kulübünün maçını cuma gününe alırsan kusura bakma ama kimse gelmez. Bugün yine kalabalık olur ama hava her zamanki gibi olmaz. Elinde kitaplarla gelen öğrenciler, takım elbiseli insanlarla maça konsantre olmak zor olur. Benim için iyi oldu o ayrı. Haftasonu olsaydı gidemezdim.

3 kişi gidiyoruz. Biri Fenerli reis-i cumhur, biri Beşiktaşlı Sertace ve ben. Uzun süredir çıplak gözle potada bir Fenerbahçe galibiyeti görmedim. Yanlış olmasın belki de hiç görmedim. Hatta 2006'daki kupada yenip elendiğimiz 3-2'lik maçı saymazsak 4.5 senedir bir Fenerbahçe galibiyeti görmedim. Bu bilgiler için deftere bakmak gerekir. Akşam maç analizinde bakarız ona. İyi olan kazansın demeyeceğim maçlardan biridir. Çünkü derbidir. Kazanalım.

Alışamadım Yokluğuna


Galatasaray Dergisi'nin nisan sayısını okuyorum. Bilen bilir çok güzel yazılmış maç analizleri vardır dergide. Daha önce B.T. yazıyordu bu yazıları. Nam-ı diğer Aceto dergiden ayrılınca o sayfalar T.Ü.'nün kaleminden çıkmaya başladı. Bu ayki sayıda mart ayında oynadığımız maçlar yer alıyor. Trabzonspor maçını okuyorum. Bir cümleye takıldım da takıldım. Bir hata var herhalde diyorum, çözemiyorum bir türlü. Hata da olmaz ya burda. Cümle şu:

"6'da Baros, Song'u teke tekte yakalıyor, Song'un kalça darbesiyle kendini yerde buluyor."

Düşünüyorum Baros niye Song'u tek yakalasın, Song niye Baros'a kalça darbesi atsın. Baros bizim gol kralımız, Song da defanstaki şefimiz değil mi? İzlediğim maçı bir daha hatırlamaya çalışıyorum.

Yaklaşık 20 saniye sonra farkettim Song'un artık bizde olmadığını. İyi defans kötü defans tartışılır. Ama Song gittiği yere renk katan, aidiyet duygusuna sahip olan, hiç bir şey yapmasa takım içindeki birlik ve beraberliğe katkıda bulunan biriydi. Aslan yürüyüşleri, Manisaspor maçında attığı gol, tribüne çağrılırken bazen attığı taklalar, antermandaki kahkaları, herkese sıcak davranışı. Sevmemek mümkün değil. O yüzden onu onun bizle beraber olmadığı gerçeğine alışmak zor oluyor. Bu tarz cümleler karşımıza çıkınca kafalar yine karışacak.

Perşembe, Nisan 23

DFB Pokal


Borges'in olduğu blogger aleminde bizim Alman organizasyonlarını yorumlamamız abesle iştigal. Ama bir iki kelime edelim. Zaten yazacaklarım daha çok istatiksel anlamda olacak. Teknik ve taktik analizi Borges yapar, selam olsun. Bizi okuyor mudur onu da bilmiyorum ya neyse..)

Dünkü maçlardan sonra bir çok ülkede olduğu gibi Almanya'da da kupa finalistleri belirlendi. Leverkusen ve Bremen finalde karşı karşıya gelecekler. Her zamanki gibi Berlin'de oynanacak final. Leverkusen ve Almanya Kupası beraber denince akla direk 2002 geliyor. Ballacklı, Ze Robertolu, Schneiderli ve tabi ki Yıldıraylı Leverkusen sezonun "winner" takımı olmaya adayken tarihin en "loser" takımı olmuştu. Almanya Kupası'nda da finale kadar yükselmişler ve finalde Schalke'ye 4-2 yenilmişlerdi. O günden sonraki ilk finalleri bu olacak.

W.Bremen'in son finali ise 2004'te oynandı. Leverkusen'in aksine Bremen kupada finale yükseldiği son sezonda tam bir "winner"dı. Yıldıray yerine bu sefer Ümit Davala Berlin yolcusuydu. Finalde Aachen'ı 3-2 yenerek mutlu sona ulaştılar ve sezonu çifte kupayla kapadılar.

W.Bremen, Almanya Kupası'nı en çok kazanan ikinci takım. İlk sırada tabi ki B.Münih yer alıyor. Bavyeralılar 16 kez finale yükselip 14 kere kupayı kazandı. Kaybedilen iki finalden birinde 1999 yılında Bremen'e karşı oynadılar. Normal süresi 1-1 biten maç penaltılarla "mızıkacılar" a geldi. Bayern'in kaybettiği diğer final 1985 yılında oynandı. B.Uerdingen'e kaybettiler. Bu finalin bir başka özelliği finallerin Berlin'de oynanma geleneğinin başladığı maç olmasıydı. Daha düzgün bir cümleyle; o maçla beraber, bütün finaller Berlin'de oynanmaya başlandı.

Bremen'den devam edelim.1999'da kupayı kazanan Bremen, bir sene sonra Bayern'i yine finalde karşısında buldu. Münih ekibi acımadı ve bu sefer 3-0 mağlup etti rakibini. Bu maçın Bremen için özelliği, ilk kez final maçında gol atamamış olmasıydı. Bremen toplam 8 final oynadı. 5 tanesini kazandı. Ondan daha çok final oynayıp, kupa sayısı az olan takımlar var. Mesela Schalke 04 tam 7 finali kaybetti. Fc Köln'de 6 final kaybederek onu takip ediyor. Sırasıyla 11 ve 10 kez final oyandı bu iki takım

Köln'ün kaybettiği finallerden biri 1991 yılında oynandı. Rakip W.Bremen'di. Türk Futbol Tarihi'ni bence çok yakından ilgilendiren bir karşılaşmaydı. Bremen normal süresi 1-1 sona eren maçı penaltılarla kazandı ve Kupa Galipleri Kupası'na katılmaya hak kazandı. Bilindiği üzere bu turnuvada da Galatasaray ile karşılaştı. Hain top çizgiyi geçmeyince Bremen turu geçmiş sonrasında da kupayı kazanmıştı. Belki de penaltı atışları sonunda Köln kupayı kaldırsaydı Galatasaray , Avrupa'dan kupa getirme işini 8 sene önce gerçekleştirecekti.

1990lı yıllar Bremen için altın yıllardı. 1989'da final oynadılar ve Dortmund'a 4-1 kaybettiler. Ama bu onların 28 sene sonra oynadıkları ilk finaldi. 28 sene önce yendikleri Kaiserslautern ile 1990 yılında bir kez daha karşılaştılar ve yine kaybettiler. 2 sene üst üste kaybettikten sonra 1991 şampiyonluğu geldi. 1994 yılında Essen'i yenerek müzeye yine bir kupa kazandırdılar.

Leverkusen'in ise final tarihi bu kadar uzun değil. 2 kere finale kaldılar. Birini kaybettiler, diğerini 1993 yılında 1-0 kazandılar.

İddiacılara not vererek yazıyı noktalayalım. Bremen'in finalde kupayı kaybettiği maçlarda 3'ten az gol yemedi. 1 final hariç hepsinde gol attı. Leverkusen her finalde gol attı. O zaman "üst" olur bu maç.

Aslanlar Karması


Recife'nin Arması da Aslanlar Karması
Ne de Güzel Oluyor oh oh, Colo Colo'ya koyması.....

1'e 7'de verse bir kupon daha tutturduk. Bunda emeği geçen Recifeli futbolcuları başta golleri atan Moacir ve Vandinho olmak üzere tebrik ediyorum. Hangisi hangisidir bilmiyorum ama olsun.

Bilinmiyor


Hep Fanatik'ten yazıyoruz bu haberleri. Her gün aldığım tek gazete o olduğu için onlara taşıyoruz. Ama yok hiçbirinin diğerinden farkı. İşte son haber. Kupa finalinin nerede olacağına dair bir haber. Normalde Kayseri 'de olması bekleniyordu ama iki takımın (BJK-FB) isteğiyle maç İzmir'e alınmış. Buraya kadar sorun yok, son cümleden devam ediyorum:

"Bilindiği gibi 2004-05 sezonunda İzmir Atatürk Stadı'ndaki Türkiye Kupası Finali'ni, Beşiktaş 3-2 kazanmış ve kupaayı müzesine götürmüştü."

Kısa hatırlatma yapalım o zaman. 11 Mayıs 2005 günkü final, Olimpiyat Stadı'nda oynandı, 5-1 Galatasaray kazandı. İzmir'deki maç 3 Mayıs 2006 günü oynandı. Bunları yazarken şu anda ne google'a bakıyorum ne de başka bir yere. Biliyorum çünkü. O günleri an an hatırlıyorum. Hadi ben manyağım eyvallah, ama bu cümlenin başında niye "bilindiği gibi" kelimesi geçiyor. Bilmiyorsunuz ki...

Fenerbahçe 82-72 Galatasaray


Bayanlar Basketbol Ligi'nin yarı finalinin ilk maçını yerinde izledik. Saat 8'de salona girdik ve maçın biraz geç başlamsı nedeniyle bir sıkıntımız olmadı. Tek sıkıntımız bir Galatasaraylı ve bir Beşiktaşlı olarak izlediğimiz maçta rengimizi belli edememizdi.

Zaten ilk periyot ve ikinci periyotun ortasına kadar buna neden de yoktu. Galatasaray çatır çatır oynuyordu. Eurocup Finali'nde ihtiyacımız olan ve ilk devrede yakaldığımız 12 sayılık farkı bu maçın da ilk periyotunda yakaldık. Augustus ve Young bu periyotta takımın skor yükünü çektiler. Hatta bir sonraki periyotta da.

Fenerbahçe'de ise inanılmaz acemilikler göze çarpıyordu. Resmen uyku modundaydı Fenerbahçe. Sadece Esmeral çırpınıyor gibiydi. İkinci periyotun ortasında Fenerbahçe farkı eritir gibi oldu ama Braxton ile çok kritik bir basket-faul kazanınca 5'e düşen fark yeniden yükselmeye başladı. O an maçın kırılma anlarından birini yaşadığımızı sandım. İnen farkın daha da azalmasına izin verilmemişti. Ama basketbol garip bir spor olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bu sezonki Galatasaray maçlarında 18 sayı ortalamayla oynayan, son kupa finalinde maçın yıldızı seçilen Avejon çok sessizdi. Ama en kritik anda sahneye çıktı. Periyot sonunda iki tane üçlük atarak farkı 5'e indirerek soyunma odasının yolunu tuttu. Farkın inmesinden öte takımı ve tribünü ateşleyen, uyandıran, bizim için ise işi bozan iki şuttu bu. Maçın kırılma anı işte burasıydı. Johann Cruyyf'un " futbolda ne yaparsan yap ama 45.dakikada gol yeme." sözünün basletbola uygulanmış haliydi. Coşkulu tribünün tezahüratları eşliğinde devre sona erdi.

Devrede aklımıza takılan tek soru işareti Galatasaray takımının her maç yaşadığı "3.periyot sendromu"nu bu maçta nasıl aşacağıydı. Eurocup finalinde, ilk maçta 3.periyotta maçı veren, ikinci maçta aynı 10 dakikada gerekli olan farkın 4'e kadar düşmesine engel olamamıştı takım. Kupa finalinde Fenerbahçe'ye karşı fark son periyotta kapanınca süre yetmemişti.

Bu arada maçın başlamasına 1 dakika kala , tahminen televizyon yayını başlayınca, küfüre giren Fenerbahçe taraftarına cesareti için tebrik ediyorum. Bu olaya değineceğiz son paragrafta.

3.periyot beklediğimizi gibi başladı. Bir antrenör klişesi olarak "istediğimizi sahaya yansıtamadık." Fenerbahçe'de ise herkes oyuna katkı sağlamaya başladı. Nihayetinde 3 yabancısıyla Sutton, Ajewon, Powell ile 9-0'lık bir seri yakaladılar. Artık kadro kalitesi farkını göstermeye başladı. Fenerbahçenin bu 3lüsüne Smith de eklenirse 4 tane üst düzey yabancıya karşın Galatasaray Augustus ve Young'a sahip. Onlar da maçın ikinci devresinde oyundan düştü zaten. Braxton çok yetersiz kalıyor. Marina ise faul sıkıntısı nedeniyle az süre aldı. İşin ilginç kısmı Nevriye gibi bir oyuncunun olduğu pota altını, Galatasaray Marina olmadan gereksiz yere zorladı. Bu dakikalarda Yasemin'in oyuna girmemesi hayret verici. Sakatlığı varsa bilemem ama zaten maçın başında da oynadı. Neyse ne, Yasemin ve Marina sahada yokken içeriyi bu kadar zorlamak elinde Augustus, Young gibi şutörler varken dış atışa yönelmemek yanlış oldu bence. İşte bu dakikalarda rengimizi belli edememenin sıkıntısını yaşadık. Tribünden görülen sıktılara coach göremedi veya gördü ama çözüm bulamadı. Biz de sinirden dudaklarımızı ısırmaya başladık. Augustus sadece 2 tane dışardan şut kullandı, Young ise hiç kullanmadı. İstatistiklere bakınca bu alanda liderin 4te 2 yapan Şaziye olduğunu görmek daha da kötü.

Sutton Brown, Powell, Smith, Nevriye, Birsel, Esmeral ne kadar zarar verdiyse eski Fenerbahçeli Şaziye de bir o kadar zarar verdi. Şaziye'yi durdurabilseydik maçın bize döneceğini tahmin ediyorum. Çok kritik bir yerde top kaptırdı, kötü savunmadan sayı yedık, ve yarı sahada top çaldırdı bu FB kongre üyesi olduğu iddia edilen kızımız. Bir dakika dolmadan 6 sayılık fark oluştu diyebiliriz.

Burada Işıl için de birşeyler diyelim. Yürekten oynması muhteşem. İyi oynamasa bile ettiği mücadele takdirlik. Ama geçen sene aynı salonda kaçırdığı son saniye şutundan sonra taşın altına elini koymadığını hissediyorum. Zor zamanlarda, Augustus'un tıkandığı, Esra'nın olmadığı dakikalarda Tuğba'dan önce şut atması gereken isim Işıl'dır bence. Ama Işıl bu sene bu sorumluluğa giremiyor bir türlü. Oysa bu camia ona aşık. 10 tane şut da kaçırsa ona olan sevgi azalmayacak. Onun kredisi limtisizden de öte.

Fenerbahçe'nin yabancılarını yazdık, yerlileri için de birşeyler yazalım. Çok başarılılar. Bayan basketbolunda olmayan bir soğukkanlılığa sahipler. Nevriye, Birsel ve Esmeral özellikle. Maçın yıldızı da bana kalırsa ne 19 sayı atan Matee "nobre" Ajevon'dur ne de Powell veya Brown. Sadece iki sayıyla oynamasına rağmen geri kalan herşeyi yapmaya çalışan Birsel Vardarlı diyorum.

Şimdi gelelim tribüne. Küfür olayına daha doğrusu. Tamam biz de küfür ediyoruz. Ama Fenerbahçe taraftarı bundan sonra lütfen "biz küfür etmiyoruz" demesin. Ediyorsunuz işte. Biz de siz de. Işıl'a etmedikleri küfür kalmadı. Esra oynasa ona da ederlerdi. Maçın sonunda tüm salon kızlı erkekli küfür ediyordu. Yanında çocuğu olan kadın bile "söyle cimbom söyle..." diye giriyordu. Bize de ders olsun. Biz küfür edince " hop beyler bayan var" diyen olursa daha yüksek sesle bağıracağım. İşin aslı bu kadar sert yazmama biraz da ben neden oldum herhalde. Binlerce Fenerlinin arasında maç izlersen eğer, böyle dolarsın. Hele bir de maçı böyle pis bir şekilde kaybedersen. Evde izlesem koymazdı. Ama pişman değilim. Bu sezon hiç destek veremediğim bu kızlara böyle olsa da sinerji yaratmaya çalıştık elimzce. Önümüzdeki 2 maçı da alalım, yenilirsek Caferağa'da yenilelim.

Bir de "Ah be Esra.." diyorum. Esra niye oynamaz? 5 dakika bile oyuna giremez miydi? Bu maçta girmeyecekse hangi maçta oynayacak? Sezon bitiyor. Seneye mi saklıyoruz? Yoksa serinin 4.maçında Kadıköy'de bir Esra klasiğine mi hazırlanalım?

Bu maçın, günün iki güzel şeyi var. Biri maçtan önce Rex'in orada yediğimiz Patsos. Caferağa'nın meşhur sosislilerini yıllar önce yemiştim beğenmemiştim. Caferağa maçları öncesi Patsos yeme geleneği de devam etmiş oldu. Peralta gelse de onla bir Patsos-maç yapsak ama sezon biter herhalde o gelene kadar. İkinci güzel şeyi de şimdi farkediyorum. Bir bayan basketbol maçı için bu kadar uzun yazı yazmak bu branşın ne kadar ilerlediğini gösteriyor. Güzel şeyler bunlar.

Ulan Şaziye....!!

Çarşamba, Nisan 22

Dünyanın En İyisi Kim?


Bu soruyu cevaplarken hep iki şık olur. Mesela "gelmiş geçmiş" konulu tartışmalarda Pele mi Maradona mı denir. Arada Best, Cruyyf, Di Stefano diyenler olur ama soru hep böyl başlar. İki sezon önce bu soru Kaka mı Ronaldo mu diye soruluyordu. Bu sene Ronaldo mu Messi mi diye sorululdu. Ve bence artık Arshavin de bu sorulara c şıkkı olarak girmeli.

Geçen sene Zenit'te yaşadıkları sadece öncü şoktu. Bunun devamlı olması gerekiyordu. 27 yaşından sahneye çıkan bir oyuncuya soru işaretiyle bakmak gayet normal. Euro 2008'in bence en iyi oyuncusuydu. Ronaldo'nun Portekiz'deki hali çok kötüydü yazın. Her zaman milli takımda böyle zaten. Bu sezona da iyi başlamadı ve herkes Messi'yi konuşmaya başadı. Çünkü Arshavin unutulmuştu. Transferin 1 numaralı gündem maddesiyken Rusya'da kalmaya devam etti. En sonunda yılbaşında Arsenal'e geldi.

Onun için asıl sınav buydu. İngiltere Ligi bir Rus Ligi değil. Neler yapabileceğini göstermesi gerekiyordu. Yavaş yavaş kendini belli etti ve dün patladı. Şimdi 4 gol attı diye bir anda el üstünde tutmamak gerekiyor. Messi ergenlik çağında Real'e 3 tane ettı. Taner Gülleri de Sami Yen'de 4 tane attı. Yani istatistikler kıstas değil. Ama kabul etmek gerekir ki Arshavin çok başka bir oyuncu.

Gözlerinizi kapayın ve Messi'yi düşünün. Topu alışı, kanattan içe dalışı, çalımı, pası,şutu herşey gözünüzün önünde. Bir şiir gibi. Ronaldo -ne kadar sevmesem de- aynı şekilde önünüze gelsin. İkili mücadelede ayakta kalışı, topa vuruşu, bilek hareketleri hatta golden sonra artist artist sırıtışı. Herşey cannalınıyor, heyecanlanıyorsunuz. Ama Arshavin öyle değil işte. Gözünüzün önüne bir Arshavin modeli gelmez. Bunu, onu az izlemeye bağlayamayız. Onun stili bu. Nerede ne yapacağı belli değil. Futbolu başka bir akılla ve başka bir güçle oynuyor. Her maç bir fark yaratıyor. Hem oyunda hem kendinde.

80'lerde D.Kiev için denilen 2000li yılların takımı tanımlaması en çok ona uyuyor. O takım bugün devam etseydi, bu oğlan o takımın en büyük yıldızı olurdu herhalde. Geçmişi konuşmayalım, bugüne bakalım ama afaki konuşmaya devam.

İşte tezim. Bir futbolcunun en iyi olduğunu anlamak için onu başka takımlarda görmemiz gerekiyor. Pele'nin, Maradona'nın arkasında kalma nedeni de bu değil mi? Maradonacılar her zaman "PELE sadece Santos'ta oynadı" diyerek öne geçerler. İyi futbolcu dünyanın her yerinde, her liginde aynı istikrarı sürdürmeli. Arshavin geçen sene Zenit ile Uefa Kupası'nı kazandı. Bu Maradaona'nın Napoli şampiyonlığu kadar büyük bir başarı olmasa da ne Messi'nin ne Ronaldo'nun kariyerinde bu başarı yok. Buna İngiltere Ligi'nde başarı olduğunu eklersek Arshavin öne geçecektir.
*******
Messi, çok yeteneklidir ama İngiltere ve İtalya Ligi'nde ayağını eline verirler. Ronaldo çok yetenekli ama İtalya'da ve İspanya'da oynarsa bu kadar topla oynamasına takım izin vermez. Yani bir Milan'da veya Real'de bu kadar rahat hareket edemez. Ama Arshavin her ligde oynayabilir. İspanya'da takım oyununa dahil olabilir. İtalya'daki taktiksel anlayış onu zorlamaz, İngiltere'nin hızına ve sertliğine de bence alıştı. O yüzden biraz erken olacak ama diyorum ki, Arshavin dünyanın en iyi oyuncusudur. Bunu göstermesi için de bu sezon değil önümüzdeki sezonu beklemek lazım.

Real Tribünleri


İddia ediyorum, Real Madrid tribünü takımın en önemli yıldızıdır. Dünkü maçı izlemedim ama aklım hep 2007 yılının efsane şampiyonluğuna gidiyor. Birçok maçı tribün kazandırmıştı. Giden sezonu kurtarmıştı. Dünyaca ünlü yıldızlar bir yere kadar, bazen arkadan itecek bir güç gerekiyor. Artık Barnebau atmosferi mi buna neden oluyor bilmiyorum ama orada maçlar olağanüstü şekle bürünüyor. Barcelona'da bunun olduğunu sanmıyorum.

Hayatımda İspanya'ya hiç gitmedim, televizyondan bildiğim kadar yazıyorum tüm bunları. 2007 yılı önemli. Bu sene şampiyon Real olur mu? Çok zor. Bunun için bütün maçlarını kazanmaları gerekiyor. Futbolcular maçı alamazsa tribün gelir iç sahada maçları aldırır diyorum. Barcelona'nın tribün desteğine ihtiyacı yok. "tika taka" yetiyor onlara. Ama işler kötü giderse Nou Camp cemaatinin taşın altına elini koyacağını sanmıyorum. Zaten burdaki mesele şampiyonluk değil. Ama şunu yazmak boynumun borcu; eğer Barcelona şampiyon olursa Xavi, Messi, Guardiola, Laporta hatta Katalan basını daha çok paya sahip olur. Real Madrid için önce Barnebau deriz, sonra gerisini tartışırız.

Dünkü maçın yıldızı Higuain. Ama o tribün olmasa ne son dakikada o pozisyon için çaba olurdu, ne Casillas penaltıyı kurtarırdı ne de Guti herşeye rağmen çıkıp o golü atardı.

Mesafe 30 Dakika, Maç 90 Dakika

Bir şehrin, bir semtin hatta Manisaspor'a tepkili olan tüm kentlerin yıkıldığı an...
Golden önce kırılan koltukların üzerinde kutlanan 1 puan...


Ferhat Kiraz'ın golden sonra yıkılan Karşıyaka tribünlerinin sesini dinleyişi....


Sezonun en iyi tribün performansı...


Genelde tribünden çıplak gözle izlediğim maçların yorumunu yapıyorum. Ama bu hafta izlediğim Karşıyaka-Manisaspor maçını es geçersem içim rahat etmez. Bu maç hakkında birşeyler karalamak şart diye düşünüyorum.

Maçın öncesi zaten yazılmak için neden oluşturmuştu. Ama maç ve tribün kalitesi bunu iyice perçinleştirdi. Bu sezon bu ligde birçok maç izledim. İkinci yarıda televizyonun verdiği her maçı izledim. Ve bu maç kesinlikle sezonun en güzel 3-5 maçından biriydi. Tribün olarak ise Karşıyaka tribünü tabiri-i caizse tezahürat yapmadı, kustu. Süper Lig'i de katarsak sezonun en iyi tribün performansıydı.

Tribünün bu şekilde olmasının nedenleri vardı. Manisaspor ile ilk yarıda oynanan maç nedeniyle Karşıyaka tribünleri bu maça bilenmişti. Hatta Manisaspor tribünü o kadar yanlış işler yaptık ki yıllardır dostluk sürdürdükleri Sakaryaspor ve Göztepe tribünü onlara sırt çevirdi. Sakaryaspor'un bunu yapması normaldi ama Karşıyaka'nın düşman kardeşi Göztepe'nin ezeli rakibinin yanında yer alması gayet şaşırtcıydı. Göztepe forumlarında sık sık "Manisaspor gibi dostum olacağına Karşıyaka gibi düşmanım olsun" lafları yazıldı.

Manisaspor taraftarının İzmir'e girişi sırasında olaylar patlak verdi. Otobüsler taşlandı. Karşıyakalıların yanında bazı Gözetepeliler'in de bu taşlamalara katıldığı söylendi. Atatürk Stadı'na zor geçen saatlerden sonra girebildi Tarzanlar. Oysa iki şehir arasındaki mesafe 30 dakika civarındaydı.

Karşılaşma Alsancak Stadı'nda oynanacaktı ama federasyon maçı Atatürk'e aldırdı. Bu da Karşıyakalılar'ın tepkisini çekti. Bu tepki maç günü Karşıyakalılar'ın daha hırslı olmasına neden oldu. Stadyumda 15.000 kişi ilk dakikadan itibaren inanılmaz bir tezahürata başladı. Ölüm marşıyla başlayan, Haydi Söyle ile Kaf-Sin- Kaf çekmelerle devam eden ilk 45 dakika boyunca zaman zaman spiker Murat Ünlü'yü duymakta zorlandık. Bu 15.000 kişinin Alsancak'ta olsaydı herhalde spikere ihtiyaç kalmayacaktı.

Saha içine gelirsek, Manisaspor kazanırsa şampiyonluğunu kutlayacaktı. Karşıyaka hem Play-Off şansını devam ettirmek hem de rakibinin kendi şehrinde, kendi stadında kutlama yapmasına engel olmak istiyordu. Ligin en az gol yiyen takımı ligin en çok takımına karşı. İç sahada 1 kez yenilen Karşıyaka deplasmanda en çok kazanan Manisaspor'a karşı. Dengesiz iki takımın dengeyi bozma çabası. Üstelik sezonun ilk maçı da 2-2 sona ermiş.

Maça seyirci desteğiyle hızlı başlayan Karşıyaka oldu. Hatta tribün Manisaspor'un üzerine çöktü diyebiliriz. Ama gol yollarından sezon başından beri yetersiz kalan Karşıyaka bu geleneğini sürdürdü. Eser Yağmur son vuruşlarda yetersiz kaldı. Taha'nın şutları zayıftı. Cihan, ilk yarıda kendisini Ankaragücü'nün transfer listesine taşıyan yaratıcılığından uzaktı. Tıpkı son 10 haftadır olduğu gibi. Ve bu dakikalarda Karşıyaka'da parlayan iki futbolcu vardı. Sol tarafta Ferhat ve geride Aydın. Manisaspor'un sayıca az olan ama hızlı ataklarında yerinde müdaheleler yapan Aydın erken yenilecek bir golü defalarca önledi. Karşıyaka'nın 91 doğumlu ve 91 numaralı sağ kanat oyuncusu Rıdvan'ın eski Galatasaraylı Ferhat'ı zorlamaları, Aydın-Fuat'ın Rafael ve Muhammed ile mücadeleleri , Sezer ve Nizamettin'in Taha ve Cihan ile yaptıkları orta saha savaşı izlenmeye değerdi.

İkinci yarıda ilk defa Manisaspor tribünün sesi duyuldu. Çünkü Karşıyaka tribünü golün gelmemesi nedeniyle motivasyonunu kaybediyordu. Ara ara ağırlığını koyuyordu yine de. Ligin C.Ronaldo'su olan Zafer Demiray da oyuna girince Karşıyaka iyice hareketlendi. Maçın 74.dakikasında Taha'nın pasında Ferhat topu filelere yolladı. İki sol ayaklı futbolcunun hazırldaığı gole bir solak olarak ben de baya sevindim.

Maçın bitmesine 15 dakika vardı. Karşıyaka'ya gol atmak da zor. O zaman aynı oyun devam ederse Manisaspor puansız ayrılır. Düşüncemiz buydu. Ama Karşıyakalı futbolcular genç takım olmasının dejavantajını yaşadılar. Maçın normal süresinin bitmesine 5, uzatmalarla beraber 10 dakika kala topu rakip köşe gönderinin civarında saklamaya çalıştılar. Kendini yere bırakıp sakatlanmış numarası yapmaktan daha ahlaklı bir çabaydı ama çok erkendi. Orada yaşanılan top kazanma mücadelesi iki kırmızı karta neden oldu. Serkan İrdem ve Kalabane oyundan atılan isimler oldu. Gol yememek isteyen takımın forveti, atmak isteyenin de stoperinin oyundan çıkması gol atmak isteyenin avantajı olur. Bu da öyle oldu. Çünkü ileride top tutamayan Karşıyaka üstüne haldır haldır gelen bir Manisaspor bulacaktı. Keza son dakikada topu önüne alan Sezer 40 metreden attığı golle maçın skorunu belirledi.

Manisasporlu faraftarların gole sevinçleri, 74.dakikada çıkan sesin çok altında kalsa da İzmir'e etkisi daha fazla oldu. Bir paragraf da Sezer'e açalım. Ligin en iyi topçusu olduğunu tartışmaya gerek yok. 1985 doğumlu ve İstanbul'a gelmesi gereken bir isim. 3 büyüklerin ona uzak kalması ise şaşırtıcı. Manisaspor'dan Hakan Balta'yı, Burak Yılmaz'ı, Holosko'yu, Selçuk'u büyük paralarla alan takımlar Sezer için niye çaba sarfetmiyorlar hakikaten ilginç.

Maç 1-1 sona erdi. İlk maç 2-2 bitmişti. Goller Ferhat ve Sezer'den gelmişti. Yine Ferhat ve Sezer attı. İki takım da bu sene birbirlerini yenemedi. Türk futbolu ise birbirine 30 dakikalık uzaklıkta bulunan iki takım arasında başlayan yeni bir rekabet kazandı.