Bir Fenerbahçeli için 2001-2002 sezonundan itibaren Diyarbakırspor maçları farklı bir anlam taşımaya başlamıştır. Kadıköy'dekiler değil belki ama Diyarbakır'da oynanan özellikle iki maçın çok can yaktığı hafızalardadır. Mustafa Denizli'nin ikinci yılında devre arasına doğru Fenerbahçe puan kaybetmeye başlamış, Şampiyonlar Ligi'ndeki kötü performansa sıf ligde iyi gittiği için sabır gösteren camianın da sabırları taşmıştır. Eleştiriler oyuncuların doğru düzgün çalışmadığı ve disiplinsiz olduğu ortak paydasında birleşiyordu. Söz konusu Diyarbakır maçından önce de Samandıra karlarla kaplı olduğu için takım pek idman yapamamış, haftayı genelde kartopu oynayarak geçirmişti. Diyarbakır deplasmanında Fenerbahçe 3-0'lık ağır bir mağlubiyet alınca Mustafa Denizli'nin de fişini çekti yönetim. Kıyat Paşa'nın basın toplantısında "dünya kulübü olmak istiyoruz, o yüzden Mustafa hoca ile yolları ayırdık" dediğini dün gibi hatırlıyorum ancak dünya kulübü olacağız diyenler gidip Lorant'ı teknik direktör yapmıştı, bunu da ekleyelim.
***
Ertesi yıl işler daha da kötü gitmiş, yine devre sonuna denk gelen Diyarbakır maçına Fenerbahçe oldukça problemli çıkmıştı. Kaldı ki bu sefer sadece Ariel Ortega bile problem olarak yeterdi. Alaattin Metin Fenerbahçe'deki çeteleri sıralarken Ogün ve Ceyhun'dan bahsediyor, Ortega'nın Ceyhun'un bindiği asansöre alınmadığını yazıyor, ve tek başına çete olduğunu de ekliyordu Arjantinli'nin. Kısacası işler çok kötü gidiyordu ve kariyerindeki tek başarısı Ortega gibi bir futbolcuyu yedek bırakmak olan Lorant yönetiminde Fenerbahçe adeta acı çekiyordu. Boru değil, Panathinaikos maçında Yusuf Şimşek'i sol bek oynatan bir zihniyet yönetiyordu takımı. Bu Diyarbakır maçından da yine 3 gollü ağır bir mağlubiyetle döndü takım ve Lorant'ın görevine son verildi. Üstelik saha içinde Fenerbahçeli oyuncuların tartışmaları da cabası oldu.
***
Ertesi sezon ise her Fenerbahçeli'nin kabul edeceği üzre kulüp tarihinde milat olan sezonlardan biridir. Geçen sene yaşanan sendelemeye kadar o yıl ki sağlam yapılanma 5 sene üstüste şampiyonluğu 34. haftaya kadar kovalayan ve 3'ünde ipi göğüsleyen bir takımın temelleri o sezon atılmıştı. Pierre Van Hooijdonk komutanlığında genç bir ekip vardı. İki senedir teknik direktör değiştirten Diyarbakır maçı ise bu kez devre sonunda değil, ligin 5. haftasına denk gelmişti. Şehirde hava olumluydu o dönem. Bu kez de hedefteki isim Daum'du ve alınacak flaş bir galibiyetle üstüste üçüncü teknik direktörünü göndermeyi düşlüyordu Dişyarbakırlılar Fenerbahçe'nin. Üstelik Lorant anlatmadı geyikleri de cabvasıydı. Maçı izleyememiştim. 1-1 devam eden karşılaşmada o gece bizi satıp başka yere giden Oğuz'un telefonuyla sarsıldı bünyemiz. "Van Hooijdonk frikikten çaktı olm, çat sesini bile duydum direkten gelen..." Dakikalar 76'ydı ve o golle de Fenerbahçe maçı kazandı.
***
Bu sene Diyarbakır iddialı. Deplasmanda Trabzonspor'u yenip geçen cumartesi Trabzon'da nişanlanan arkadaşımın nişanında bile tatları kaçırmayı başardı. Sağlam bir takım. Benimse hem böyle bir galibiyete hem de Pierre'i hatırlatacak, günün akşamına "seni andım bu gece, kulakların çınlasın" dedirtecek bir frikik golüne ihityacım var. Galibiyetin bile yetmediği bir dönemdeyim yani... İnşallah takım kazanır, bir de frikik golü atarız da, "çek bir Letonya", "çekti vallahi" ikilemesini yaşatırız blogda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder