Perşembe, Ağustos 6

Deniz İşçileri


Victor Hugo'nun zirve yaptığı kitap olarak söylenir bu. Bütün kitaplarını okumadığım için bilemem. Ama hakikaten muhteşem bir kitaptır. Sözlük diliyle, bu yazı spoiler içerir diyelim ve konuyu anlatayım. İsim kullanmıyorum, çünkü dünyanın her yerinde böyle hikayeler mevcut.

Genç bir delikanlı var. Kendi halinde bir adam. Yalnız yaşıyor. Elinden her iş geliyor. Ama yaşadığı sehirde pek sevilmiyor. Biraz korkanlar bile oluyor ondan. Bir gün karlı bir günde, aklında hiç böyle bir şey yokken, kızın biri onun ismini yola yazıyor. Bu cilve sayesinde çocuk, kıza vuruluyor. Yıllar boyunca çocuk kıza sevdalı bir şekilde yaşıyor. Ama kıza açılmıyor. Açılmıyor dediysem, her gece kızın köşkünün önünde gayda çalmayı da ihmal etmiyor.

Köşk dememden anlaşılır. Kız zengin. Ana-babası yok, amcasında kalıyor. O büyütüyor kızı. Amca, eşraftarafından çok saygı duyulan bir deniz kaptanı. Bir gün şehre bir film gelir gibi buharlı gemi geliyor. Buharlı gemiyi getiren bu amca. Buharlı geminin sahibi. İlk başta muhafazakar kesim tarafından yerden yere vuruluyor. Bunun başında da klise geliyor. Klise demişken, az önce bahsettiğim genç adam şehre yeni gelen din adamının hayatını kurtarıyor. Ama bunu çok mütevazı bir şekilde yaşıyor. Karşılığında birşey beklemiyor. Hikayenin ilerleyen zamanlarında bu olay önem kazanacak. Gel zaman git zaman gemi iş yapmaya başlıyor. Yaşlı adam para kazanıyor, maddi manevi tatmin yaşıyor.

Bu arada geminin kaptanı bir dümen çeviriyor ve gemiye kaza yaptırıyor. Gemi o hale gelince, amca yıkılıyor. Ekmek teknesinden oluyor. Bu durum çok acı verici oluyor. Bunu değiştirmek için, kazanın yapıldığı yere -ki cehennem gibi bir yer, hiç bir denizci kolay kolay gidemez- gidip, buharlı geminin makinasını almak gerekiyor. Buna kimse gönüllü olmuyor.Bunu becerebilmek için hem denizci hem demirci olmak lazım, ki o günün ortamında bu vasıflara sahip kimse yok.

O sırada amcanın yeğeni, yazni kız, kalabalığa şöyle sesleniyor: Kim ki oraya gidip, gemiden makinayı getirir, ben onunla evlenirim.

Bunu duyan genç, hemen atlıyor: "Ben giderim"

Genç adam, herkesin şaşkın bakışları arasında gidilmez yere gidiyor. Tek başına. Aylar boyunca mücadele ediyor. Tek başına. Denizle, fırtınayla, yağmurla, kayalarla, gemiyle, ahtapotlarla, susuzlukla, açlıkla, savaşıyor. Tek başına. Sadece o kızla evlenmek için. Defalarca ölümden dönüyor. Sadece o kızla evlenmek için.

Güzel bir mayıs akşamı, kazandığı savaşın ganimeti olan makina ile şehre geri dönüyor. Hemen köşke gidiyor. Köşkte gördüğü manzara karşısında yıkılıyor. Uğruna doğa ile savaştığı kız, rahip ile yiyişiyor. O esnada yaşlı adam inanılmazın başarıldığını görüyor. Genç adama, kızım artık senin diyor. Lakin genç buna karşı çıkıyor. Bir gün sonra kızla evlenmesi gerekirken, o rahip ile kızı evlenidiyor. Sonra da bir gemiye bindirip onları yolluyor. Kendi ise ne yapıyor onu söylemiyorum. Okuyun diye.

Sözün özü, kız milleti 19.yüzyılda bile aynı şeyi yapmış. Yer ve zaman farketmiyor. Yine darbe yiyen genç bir delikanlının hikayesi var karşımızda. Sadece bir gülümseme ile tav olan, uğruna dünyaları dize getiren, ama sonra gördüğü manzara iğrençlik olan, klasik bir erkek var karşımızda. Ben bilerek rezil bir şekilde anlattım, mahalledeki dedikoducu ablalar gibi. (Eskiden teyze derdim onlara şimdi abla). Siz bunu aslında Victor Hugo'dan okumalısınız. Zaten denizle ilgili bir kitap hiç kötü olmaz.

1 yorum:

sayerlack dedi ki...

harbi kitapmış okumalıyım