Pazartesi, Kasım 16

Galatasaray 56-56 Fenerbahçe (Veya 74-72)


Maçı nasıl yazmalı bilmiyorum. Bugün kopan kıyamet haddini aşmıştır. Daha doğrusu şöyle demek lazım. Bu olaylar hep oluyordu basketbol salonlarında. Her iki taraf adına da. Dün belki bardak taştı diyebiliriz. Ama bunlar geçmişte yaşanırken o zaman sessiz olanların şimdi ahkam kesmesi, hayatında basketbol maçına "nadir" gitmiş, basketbol yazısı yazmamış insanların konuşması can sıkıcı. Adam geliyor diyor ki 40 dakika küfür vardı olayların olacağı belliydi. Amaç demek ki bok atmak, fırsat doğdu.

40 dakika küfür yoktu. Maç öncesi Ercan Saatçi küfürleri dışında olaylara kadar küfür olmadı. Bunu belirtelim.

Biz bu maç günü yazısına baştan başlayalım. Günün başından.

Normal planım, metrobüs ile yollarda rezil olup önce bayan maçını sonra erkek maçını tek başıma izleyip geri dönmekti. Ama Fenerbahçeli olan Bora'nın gelmesiyle çok değişik bir tarza büründük. Arabayla, 90ların Türk Pop Müzik şarkıları eşliğinde, biramızla, muhabbetimizle keyifle maça gittik. Suadiye-İpekçi arası başka türlü geçmezdi zaten. Deplasman yolu gibi yol.

Bu basket maçlarının şehirdeki atmosferi çok garip. Şehrin yarısından fazlası maçın olduğunu bilmezken, maç ile ilgisi olanlar en olmadık yerde karşınıza çıkabiliyor. Göztepe'de benzincide arabanın Fenerbahçe materyallerini temizlerken karşımıza Galatasaray formalı biri çıkabiliyor. O esnada pompacı "bugün ne maçı var" diye de sorabiliyor. Veya arabayla giderken yandaki taksiye Zincirlikuyu'da, "İpekçi'ye nereden sapalım" diye sorarken herifler "bu arabayı takip et" diyor. Basket maçları çok farklı.

Salona geldiğimizde Bora, benim daha önce İpekçi'de, Caferağa'da defalarca yaşadığım şeyleri hissetti. Herkes bana bakıyor korkusundan sakınmak için bazı kurnazlıklara girişildi.

Binlerce kişinin kapıda yarattığı yığılmayı dikkate almayan Galatasaray yönetimine şükranlarımızı sunalım. Koca salonun sadece iki kapısı açıktı. Yağmur da yağmaya başlayınca araya girmekten başka bir şansımız kalmadı. Önüne geçtiğimiz binlerce insandan özür diliyorum. Geçen sezon elimde biletle girememiştim. Aynı şeyi bir daha yaşayamazdım.

Salona girdiğimde hayal kırıklığına uğradım. Salon beklenenden daha boştu. Dışardakilerin girmesi de pek faydalı olmadı. Burada bir paragraf açıp maça geçelim.

Bu maçlarda seyirci baskısı bilinen bir gerçek. Bu baskıyı maçın başında oluşturmak lazım. Bunun içinde tribünlerin full olması lazım. Bu sezonu İpekçi'de oynama nedenimiz biraz da bu derbiler. Salonu ağzına kadar doldurmak. Ama bunu beceremedik. Kimse de atıp tutmasın. Geçen seneki son derbide, bir cuma günü oynanan maçta Fenerbahçe aynı salonu full doldurdu. Oysa biz, futbolun olmadığı pazar gününde salonu dolduramadık. Bu atmosferi, gerginliği azalttı. Bu maçlarda gerginlik, rakibin üstüne çökmek önemli. Bunu beceremedik.

Galatasaray taraftarının zayıf noktası budur. Gerginlikle, psikolojik sınavla arası iyi değil. Ya çok tepkisiz, ya fazla taşıyor. Dün bunu gördük. Bu olaylar maçın öncesinde yaşansa, kimse birşey demezdi. Yani Fenerbahçeli taraftar maçın başında salondan çıkarılsa vs. Veya rakip basketbolcuyu baştan yıldırmaya çalışma. Tasvip ettiğimden değil. Olması gerekeni söylemyorum, bu maçların rajonu böyle. Geçen seneki maçta FB taraftarı daha maç başlamadan Hüseyin Beşok'a, takımın en sakin ama en önemli oyuncusuna küfürler yağdırdı. Galatasaray tribünü ise küfür hakkını, Fenerbahçe'nin birçok sabıkalı basketbolcusu bulunmasına rağmen, Ercan Saatçi ve Hürriyet'ten yana kullandı.

Maç zora girince taşkınlık arttı. Oraya geleceğiz. Önce biraz maç.

Maçtan önceki tahminim, Fenerbahçe pota altından oynar ve bizi zorlar biz de dış şutlarla oyuna ortak oluruz. Tribün baskısıyla son periyotta rakip çöker biz de maçı 10 sayı civarında alırız. Bu senaryonun en ufak kısmı bile gerçekleşmedi. Ömer-Semih-Oğuz ve hatta Emir dörtlüsüyle çok iyi mücadele eden Cemal Nalga bence bizim takımı taşıyan adam oldu. Fenerbahçe'yi ilk yarıda oyunda tutan ise hangi ara o kadar sayıyı attığını anlamadığım Ömer Onan'dı.

Böyle maçlarda rakip ne oynadı bilemiyoruz. Rakibi izlemiyoruz. Devre arasında ben Bora'ya bizim takımı, o bana Fenerbahçe'yi anlattı. Biraz da o muhabbetle yazıyorum buraları.

Bizim takım tam bir "bakkal takımı". Amatör spor yapan, mahallenin basketbol sevdalısı gençlerinin yürekle oynaması. Basketbol tekniği adına hiçbir şey yok. Washington tam bir sokak basketbolcusu. Çılgın top savaşlarına giriyor, mücadele ediyor ama top elindeyken yaratıcılıktan ve zekadan yoksun. Wilkinson nedir çözemedim. Rancik hangi ara maçın en skoreri oldu anlamadım. En kolay hataları (top kayıpları vs) hep ondan geldi. Jasaitis etkisizdi. Fakat nedense ona güvenim yüksek. Türkler zaten bildiğimiz gibi. Cemal-Murat-Tufan. Bu 3 isme Hüseyin ve Cüneyt'i eklesek ne güzel takım olacaktık. Bu takımı kuranlara, Hüseyin'i yollayanlara, selam olsun.

İşte bu noktada tribün devreye girmek zorunda kaldı. Fenerbahçe yorulur dedik, baskı olur dedik tam tersi oldu. Galatasaray son periyot karşısında sert bir FB savunması gördü. Maç berabere bitti. İbre rakibe döndü. Bu esnada ister taşkınlık diyelim ister zorbalık diyelim tribün devreye girdi.

Olayları bir kez daha anlatmayalım. Benim yorumumu yazalım. Yukarıda dediğim gibi, basketbol maçlarında hep olan şeyler. Ama zamanlaması çok şaşırtıcıydı. Yani o kadar gergin olmayan bir maçta bunlara gerek yoktu. Haklıyken haksız duruma düşmek budur. Daha önce gerek Galatasaray, gerek FB bunun daha fazlasını yapmıştır. Ama herhalde futbol da olmadığı için bugün tüm gazeteler ve televizyonlar bu maçtan bahseder oldu.

Fanatik'te manşette bu maç. Daha önce daha ateşli maçlarda iç sayfada ufak bir haber olurdu bu maçlar, bu olaylar. Salona seyircinin girmesi, ve baskletbolcuya sataşması savunulacak bir şey değil. Burada ağır bir ceza kabülümdür. Federasyon 15 maç versin. Hiç gocunacak bir şey yok. Hem zaten ligin önemli tek maçı dün oyanandı. Lig bitti bizim için, Play-Off'a kadar. 15 maç ceza alalım, hem milletin ağzı yansın, hem ibret-i alem olsun, hem de biz bu takım için bir daha İpekçi yollarına düşmeyelim, 1 sene kafa dinleyelim.

Gelelim salona gelen futbol seyircisine. Şimdi bu tartışmalarda kendimi nereye koyarım bilmiyorum. En dandik basketbol maçlarına da gittim. Bu tarz önemli maçlarda da oldum. Futbol seyircisi-basketbol seyircisi ayrımı varsa ben kendimi futbol seyircisi olarak görürüm. Ama bu sadece arma ile alakalı. Fenerbahçe maçı diye orada olan 7000 kişi vardır. Banvit maçı olsa 1000 kişi olur. İşte o 1000 kişi de futbol seyircisidir. Hepsi Sami Yen'de kombinesi olan, deplasmana giden adamlardır. Şimdi basketbol seyircisini sormak lazım nerede? Sahaya giren iki kişi ile tüm tribünü de yargılamamak lazım. O kişilerin de futbol seyircisi olduğunu sanmıyorum.

Bu memleketi sınıflandırmaya gerek yok. Hepimiz aynıyız işte. Bu memleketin insanlarının yarısı Viyana'dan yarısı Vietnam'dan gelmedi. Herkes aynı işte.

Eskiden İpekçi'de 300-300 GS-FB taraftarı olurdu. O zaman da olay çıkınca "basketbol seyircisi yok, futbol seyircisi olay çıkardı" derlerdi. Şimdi salonda 10.000 kişi var hala basketbol seyircisi etrafta yok. Caferağa'da 1000 kişi oluyor, yine basketbol seyircisi yok. Biz ve sporcuların aileleri var. O zaman şunu diyelim. "Basketbol maçlarında olay çıkaranlar, stadyumlarda olay çıkaranla aynı kişiler, o zaman futbol maçlarında olay çıkaranlar basketbol taraftarı. Stadyumları kirletiyorlar." Tabi ki bu saçma ayrımı yapmaya gerek yok.

Eski maçlardan bahsetmişken, eskiden İpekçi maçlarında daha çılgın şeyler yaşanıyordu. Şimdi o eski olaylar yok. Şu andaki tek sıkıntı polis ve güvenliktir. Normal, benim gibi, insanlar sarı yelekleri giyince güvenlik oluyor. Bunlar olaylara karışmak istemeyen adamlar. Karşıdan adam geliyor, adam onu mu tutacak? Başına niye iş alsın. Polis olduğu zaman yaşananlar daha da vahim oluyor. Yani iki ucu da aynı tarz.

Aslında olayların azalması için yapılması gereken, bir deplasman tribününün olması. Salondaki tek rakibin sahadaki basketbolcular olacağı vaadediliyor. Hal böyle olunca, herhangi bir FB taraftarının olması ortamı geriyor. Tersi de söz konusu. 1000 kişilik FB tribünü olsa, insanlar tezahüratlarla falan uğraşacak. "Farklı renk olmayacak" denirse , farklı renk olunca olay çıkar. Bu kadar basit bir psikoloji. İnsanlar maça gelmeden salonu şu şekilde düşünüyor. "Sadece biz olacağız. Biz bizeyiz, rakip yok, kimse yok. Sadece basketbolcular olacak, onlara da psikolojik olarak istediğimizi yaparız."

Bu arada bir çocuğun formasını çıkartmak, sadece böyle dendiği zaman çok farklı bir hale bürünüyor. Ajitasyona giriyor. Ortamı herkes biliyor. Bir gecede aniden yaşanan bir olay değil. Yılardır aynı atmosfer. Bir çocuğa bunu yapmak tabi ki hoş değil., savunmuyorum. Ama kimse de demiyor ki, rakip tribünü tahrik etmek için bir çocuğa Fenerbahçe forması giydirmek ne kadar yürekli bir davranıştır? Benim Fenerbahçeli arkadaşım, üzerinde bırakın FB formasını tamamen sivil bile gitmiyor oraya, yalandan sarı kırmızı bağlıyor koluna, millet FB forması giydiriyor çocuğuna. Ya insanlar çok saf, veya "bana birşey olmaz" mantığı her konuda olduğu gibi burada da var, ya da bu olaya bir çocuğu alet edenlere hakikaten yazıklar olsun.

Sonuçta bu galibiyet içime sinmedi. O maçın 56-56'dan sonra oynanmaması gerekiyordu. Daha önce boşuna çıkartıldığımız maçlara saysınlar diyelim. 5 sene sonra tribünde Fenerbahçe galibiyeti gördüm ama beklediğim haz olmadı. Basketbolcu kardeşlerimizi de tribün maçtan sonra niye çağırdı anlamadım. Aslında takımın tribünü çağırması lazımdı. O olaylar olmasa maçın kazanılacağı yoktu.

1 yorum:

Aykut dedi ki...

Sahaya atlayanlar fenerbahçe taraftarıydı , yenilceklerini anlayınca sahaya atlayıp maçın iptal olması amacındaydılar ancak başaramadılar.