Pazartesi, Ekim 12

Bizim Takım Diyebilmek


Terim gitti. Şimdi yeni biri gelecek. Bazı isimlerin adı geçiyor. Yerliler var, bir de yabancıların. Yabancıların çoğu Türkiye'de çalışmış isimler. Gönlümden geçen isimleri yazının sonuna saklayalım.

İki aşağıda yazdığım yazı gibi, milli takımda 1996 ruhunu arıyorum. Açık açık söylemeliyim. Milli Takım benim için ikinci planda. Önce Galatasaray gelir. Fanatik olmak değil olay. Veya vatansever olmamak. Galatasaray günde 24 saat düşündüğüm bir konu. Milli takım ise ayda 1 aklımıza gelirse gelir. Ayriyeten rekabet olgusu. Galatasaray'ın her zaman gözümün önünde olan bir rakibi vardır. Fenerbahçe. İlgimizi yüksekte tutuyoruz bu nedenle. Milli takım ise öyle değil. Yunanistan, Ermenistan, İngiltere mi rakiplerimiz? Tamamen siyasi içerikli. Bana göre değil.

Galatasaray'ı günde 24 saat düşünmek abartı tabi ki. Hayatımı etkilediği gerçeğini saklayamam. İnsanların gözündeki bu çocuk deli bakışlarına alışığım artık. Bazen ben de farkediyorum yaptığım şeyin normal olmadığını. Ve bazen Galatasaray sevgisinin, futboldan alabileceğim zevki azalttığını düşünüyorum. Bazen ama.

Oysa milli takım öyle değil. Evet, çok fazla önemsemiyorum. Ama bu ondan keyif alma isteğimi köreltmez. Futbolda taraf olup, rahat rahat maç izlemek milli maçların görevi olmalı. Bizde ise durum daha da beter. Ayda 1 Osmanlı seferine çıkıyoruz milletçe.

Dünya Kupalarını düşünün. Herkesin, bütün dünyanın kitlendiği bir turnuva. Ve sürekli gülen, eğlenen suratlar. Bizim ise dilimizde aynı cümle:"Dünya Kupası'na renk katacaktık." Adama sorarlar; niye ve nasıl?

Maç günleri eğlenmeyip gergin gergin bekleyerek mi? Cihana Türk'ün gücünü göstermek için 22 tane genç adamı Afrika'nın bir ucuna yollayarak mi renk katacağız? Neyse bu konu uzun, sonra detaylı yazarız.

Benim için milli maçlar farklı(idi). Tamamen keyifti bir zamanlar. Tatlı bir heyecanla beklenirdi. Memleketin en iyi futbolcuları bir araya geliyor. Karşılarında bizim mahalleden olmayan iyi topçular. Oynuyorlar işte. All-Star maçı gibi. Yanımda herkes var. Futbolla ilgilenmeyen yaşlı teyze de var, haftanın 6 günü beraber muhabbet edip yan yana maç izleyemediğimiz Fenerbahçeli arkadaşım da. Bir kıyas var oratada. Bizim çocuklar nasıl oynuyor bakışı.

İşte Euro 96. Kabuğumuzu kırıp, kafamızı dışarıya uzattığımız turnuva. Herkes bu duygulara sahipti. Ne oldu bilmiyorum sonra. Kulüpçülük girdi işin içine. Ben de yaptım, itiraf ediyorum. Galatasaraylı futbolcu sakatlanınca, hay milli takım kadar dedim defalara. Oysa İzlanda maçında Orhan'ın bacağı kırıldığında Trabzonlu kimse böyle demedi. Tüm ülkenin içi acıdı aynı anda.

Rıdvanlı, Tanjulu, Ünallı, Yusuflu milli maçları izliyorum bazen TRT'de. Tribünler ağzına kadar dolu. Herkes tek ses. Hedef, rakibe yenilmek ama ezilmemek. Şansımız yaver giderse turnuvaya katılmayı kılpayı kaçıracağız ve bundan büyük mutluluk duyacağız. Fakat tribün taşıyor, coşkulu. Sadece Türkiye sesi. Şimdi ise en önemli maçta herkes suskun. Veya takım isimleri duyuluyor. GFB-UA-Çarşı diye bağrılıyor milli maçlarda. Hatırlayın Kadıköy'deki İsviçre maçını, veya Sami Yen'deki, İnönü'deki herhangi bir maçı.

Şimdi soru şu? Kim gelecek milli takıma? Aslında sorunun aslı kimin ağzına sıçmak istiyoruz. Çoğu kişi bunu bekliyor. Ben değilim. Benim istediğim, bizi tekrar eski günlerdeki havaya sokacak kişi.

Çok ciddiyim, dünya kupası falan istemiyorum. Sırf o duyguyu istiyorum. Ve belki, bu duygu kaybolduğu için Terim gitmeliydi. Terim dışında emeği olanlar da var o duyuguyu kaybetmemizde ya şimdi isimlerini anmyalım. Suçlu aramıyoruz, çözüm yenilik ama.

Avusturya'yı 3-0 yenince çılgına dönülen milli maçları geri istiyorum. Son 10 dakikada atılan gollerle 4-1 kazandığımız maç hala dillerde. Hala unutamıyorum. Rakip ne İtalya, ne İngiltere. Rakip San Marino. Bursa'da kazanılan Hollanda ve Almanya maçlarını geri istiyorum.

Yerli hoca gelirse, bunların hiç birinin gerçekleşmeyeceğini şimdiden söyleyebilirim. Yabancı hocaların adları geçiyor. Daum, Piontek, Lucescu olmasın. Onlar da yıpranmış isimler. Kariyerleri yüksek, oynattıkları futbolla umut veren isimler var listede. Hiddink, Spaletti, Mancini gibiler. Olabilir. Spaletti'yi severim mesela.

Ama dedim ya, benim isteiğim güzel futbol. Daha doğrusu güzel bir futbol günü. Eğlence. Futbolun eğlenceli halini seyredelim diye dünya kupası diye birşey üretilmiş. Milli takımlar bunun için var. Oysa biz de o yok. Kayboldu. O eğlenceyi, o ruhu, duyguyu geri getirmeli yeni hoca.

Bugün gazetede adı geçen isimlerden biri aklıma yatıyor. Toshack. Gelsin abi. Eğlenelim ya. Gülelim. Rahatlayalım. Hem boş konuşan futbol ulemalarına haddini de bildirir. Yapmışlığı vardır. Hem güldürür hem düşündürür yani. Her maçı kazanamayız o kesin. Hatta çoğu maçı da kaybedebiliriz. Ama futbolda benim için amaç kazanmak olsa da, bu milli takımda geçerli değil. Kazanmak için kıçımı yırttığım kulüp takımım var zaten (yine de çoğu kisiden daha az önem veriyorum kazanmaya, orada bile) Milli takımda eğlenelim bari. Kuralım soframızı, izleyelim maçımızı. Arda gol atınca hep beraber sevinelim, Volkan gol yediğinde hep beraber üzülelim. En sonunda bizim takım yendi (yenildi) diyelim. Yenerse sokağa çıkalım, yenilirse sofradaki muhabbete devam edelim.

1 yorum:

Sinan Yılmaz dedi ki...

Şahane olmuş. Mükemmel gerçekten ellerine sağlık. Acayip keyif aldım okurken.