Pazar, Ekim 11

Nişantaşı - İstiklal - Suadiye


"Şehir demek, cadde demek, sokak demektir.
Şehirde yaşamak, caddede sokakta yürümek demektir. Hatta, "amaçsız gezinmek" demektir. Bu tür gezinenlere Fransızca'da "flaneur" denir ve on dokuzuncu yüzyıl Paris'te böyle yaşanmıştır.
"Flaner" edilmeyen yer, şehir olamaz.
****
Hem yürüyüp hem vitrinlere bakabileceğin, biryerlerde oturup birşeyler yiyip içebileceğin, sinemaya da gidebileceğin "ana arter" olarak bir tek "karşı taraf" kaldı... Bağdat Caddesi... O da, kafanı kaldırıp binaların çirkinliğini görmemek kaydıyla... "Göz hizasında" kalacaksın!
Beyoğlu, diyeceksiniz... Bütün allayıp pullamalara, bütün o "entel özentisi" Pera mera muhabbetine rağmen, Beyoğlu artık bir "ersatz"... Bir gecekondu gençliği mekânı... İstiklal Caddesi, Bağdat Caddesi'nin "ikinci küme" taklidi... Beyoğlu'nda, parası yetmeyen, ya da "karşıya geçmeye üşenen" tepişiyor.
Bu nedir? Yeni bir uygarlık türüdür ama herhalde "şehirde yaşamak" değildir.
Körpe kızlara ilginç gelebilir, ama yaşını başını almış ve aklını fikrini toplamış insanları mutlu edeceğini hiç sanmam...

Yazı Engin Ardıç'tan. Hiç sevemediğim İstiklal Caddesi'nde cumartesi akşamının bir kısmını geçirdim. Nişantaşı ile ayrı bir konu. 2 sabahtır da doğup büyüdüğüm ama şu an yaşamadığım Suadiye'de uyanmanın huzurunu yaşıyorum. Sonra da bu yazıyı tesadüfen okumak, hoş oldu.

Engin Ardıç? Neden bilmiyorum ama onun ismini duyunca zihnimde Selçuk Yula beliriyor.

Hiç yorum yok: